Olimpiyat yalanları
Sonunda söyleyeceğimi baştan yazayım; ben olimpik ruha inanan birisi değilim; gençliğimde belki gazetelerin gazına gelerek böyle şeyleri benimsemiş, savunmuş olabilirim, şimdi böyle şeylere aldırış etmiyorum.
Meselâ olimpiyatların dünya barışına katkı yaptığı yolundaki süslü cümlelerden başlayalım; olimpiyatların savaşı ve çatışmayı engellediğini, en azından insanlarda çatışma eğilimini törpülediğini hiç hatırlamıyorum; böyle bir şey olamaz çünkü olimpiyat dediğimiz şey rekabete dayalı kıran kırana bir yarışmadır; dolayısıyla insanlara barışı değil rekabeti hatırlatır.
İnanmayan açıp kitaba baksın, şöyle yazıyor: "Olimpiyatların sloganı üç Latince kelimedir: Citius, Altius, Fortius. 'Daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü' anlamına gelen bu kelimeler sporcuya birinci olmayı değil, elinden gelenin en iyisini yapmasını öğütler."
Yalan, kuyruklu yalan! Bu kuyruklu yalan, dört senede bir tekrar edilir çünkü olimpiyatların şenlikli olması için yenilenlerin küsmeyip tırsmayıp yeniden oyunlara katılması lazımdır. Oyunlarda kazanma şansı olmayan gariban ülkeleri kandırmak için, "Birinci olman önemli değil arslanım, elinden gelenin en iyisini yap kâfi" diye avuturlar ama ardından hemen, "Tarih sadece şampiyonları yazar" diye eklemeyi unutmazlar. Bizim gibi ülkeler de bu lâfları ciddiye alarak, "Yine gidelim, arslanlar gibi kaybedip gelelim; her defasında daha iyi yenilelim; maksat olimpik ruh güçlensin" diye kendini avutur.
Bitmedi, bir olimpik yalan daha var: "Önemli olan kazanmak değil, katılmaktır." Bu uyuşturucu slogan, tâ 1894'te Baron Pierre de Coubertin'in teklifi üzerine Uluslararası Olimpiyat Komitesi'ne kabul ettirilmiş olup gerçekle uzak-yakın alâkası yoktur. Olimpiyatlara katılmanın kaybedenler bakımından hiç bir câzibesi, getirisi, kârı-kesadı olamaz; olsaydı, bunca olimpiyatta nal toplamaktan, toz ve su yutmaktan, dayak yemekten ötürü ettiğimiz kârdan ötürü mültimilyarder olmaz mıydık?
"İyi de, hiç değilse gençler spor yapıyor bu sâyede" diyenler çıkabilir aranızdan. Tam da lâfı oraya getirmek istiyordum zaten. Spor yapmak iyi bir fikir midir, evvelâ bunu tartışmalı; en iyisi şöyle yapalım; sizler, sorumlu ebeveynler olarak yazının bundan sonraki kısmını çocuklara okutmayınız; çünkü davranış ve düşüncelerinde kalıcı hasara sebep olabilir. Tamam, şimdi devam edelim ve sporun niçin gereksiz bir şey olduğuna olimpik branşlardan başlayalım.
Bu eleştirinin ana fikrini unutmamanız için tekrar ediyorum: Sporun gündelik hayata faydası yok-tuuur!
Bir- Atletizm: Yani bir mesafeyi en kısa zamanda kurallara uygun şekilde geçmek. Böyle basit bir ihtiyacı gidermek için çoluğu çocuğu ta sabî-sıbyan çağlarından başlayarak "Spor yapıyor amcası" diye teşvik edip canından bezdirmenin âlemi yoktur. Kısa mesafeler yürünür, daha uzun mesafeler ise bisiklet, dolmuş, otobüs gibi araçlarla kat edilir.
Üç bin metrede iyi derece yapmış olmak anlamsızdır; binersiniz dolmuşa, otobüse, tramvaya, verirsiniz bilet parasını, gider gelirsiniz. Atletizme harcadığınız para ve emek de yanınıza kâr kalır. Siz hiç "ben maratoncuyum" diye trene binmeyip şehirlerarası mesafeleri koşarak giden birine rastladınız mı?
Yüksek atlama gerçek hayatta ne işe yarar? Hele hele sırıkla yüksek atlamanın pratikte faydası nedir; bence yüksek atlama sadece kötü niyetli soyguncuların, hırsızların ihtiyaç duyduğu bir kabiliyettir; haksız mıyım?
Ya uzun atlama? Kaldırım kenarındaki su birikintisine basmamak için bir metre kadar sıçrayabilmiş olmak kâfidir. "6 metre atlayacağım" diye kendimizi helâk etmekte mânâ yoktur. 6 metrelik veya daha uzun aralıkları geçmek için normal insanlar köprüyü icat etmişlerdir.
Atma branşlarına gelelim: Disk atmada şampiyon olmak ne işe yarar ki? Haydi gülleyi, çekici anladık ama kamyondan karpuz indirmek için o kadar çalışıp sıkı antrenman yapmaya hâcet yok efendiler; her karpuz mevsiminde bazı kardeşlerimiz hiç atletizme bulaşmadan o işi mükemmelen yapıyorlar zaten!
Jimnastik, eklemlere iyi gelen bir uğraştır ve bu ihtiyacı basit kültür-fizik hareketleriyle karşılayabiliriz. Sırf bunun için atlamak, zıplamak, havada perendeler atıp şempanzeler gibi iplere asılmak, kulplu beygir üzerinde fırıl fırıl dönmek ayıptır, komiktir, ciddiyete mugayirdir evvelâ. Siz hiç yolda belde jimnastik hareketleri yapan birilerine rastlıyor musunuz?
Haltere gelelim; arkadaşlar bu işi gündelik hayatta kriko, palanga, forklift veya düpedüz vinç gibi âletlerle zaten yerine getiriyoruz. 150 kilo kaldıracağım diye bir delikanlının, hele hele bir genç kızın ağır çalışmalara girişmesine hâcet yok. Baktınız bir kişi yükün altından kalkamıyor, üç kişi bir araya gelip yine halledersiniz meseleyi.
Yüzme... Suyun üstünde batmayacak kadar yüzme bilmek yetişir; üstelik nasıl kolayınıza geliyorsa o stilde kulaçlarsınız. Su kenarlarında yüzenlere bir bakın lütfen; artistlik olsun diye kelebek kulaç atanı gördünüz mü hiç? Çıkmaz; öyleyse niçin çocukların en güzel zamanlarını burnundan getirelim. Bol bol havuz yapalım Almanlar gibi, eyvallah, herkes gitsin, çimsin, eğlensin, duşunu alıp gitsin evine, şampiyon çıkaracağız diye sabîlerin burnundan getirmeyelim gençliklerini...
İyi tenis oynamanın ne yararı vardır arkadaşlar, sorarım; Badminton'da hüner göstermenin, trapta çocuklar gibi kâseyi havaya fırlatıp vurmanın nasıl bir faydası olabilir insanlığa? Bunlar boş eğlencelerdir ve boşlukları görünmesin diye filozofik lâflarla sarıp sarmalamanın ne anlamı vardır?
Çocuklarımıza, "Arkadaşlarınla kavga etme aman evlâdım" diye sıkıyı verdikten sonra boksa teşvik etmek resmen tutarsızlıktır. Boks, çirkin ve zararlı bir spordur ve diğerlerinin aksine hemen yasaklanması gerekir.
Daha kestirme yoldan anlatayım son olarak: Hiçbir halterci forklifti geçemez, hiçbir koşucu, o beğenmediğimiz dolmuşlarla yarışamaz, hiçbir yüzücü deniz motorları kadar süratli değildir. Hiçbir jimnastikçi, sırtına motor bile taksa bir uçak kadar yükseğe çıkıp uçamaz. Bu işlerin âlâsını âletler yapıyor zaten; kendimizi helâk etmeyelim.
Olimpik ruh dünyanın en büyük palavrasıdır fakat propaganda gücüne bakmalı ki, vaktiyle faşistler de, komünist diktatörlükler de, şeyhlikler, krallıklar, kapitalist ve demokratik yönetimler de bu palavrayı ciddiye alıp omuz verdiler. Kimse kalkıp, "Kral çıplak, görmüyor musunuz; bırakınız bu laubali eğlenceleri, aklınızı başınıza devşirin" demedi, diyemedi.
"Peki, sayın yazar şöyle ciddiye alıp seyredilecek ve yapılacak bir tane olsun spor branşı yok mudur yani?" diye yalvaranlara iyi bir haberim var: Sporların en asili ve hayatta en çok pratik karşılığı bulunanı güreştir; bir de at beslemek vesselam.
Ahmet Turan Alkan - Zaman