Yazı arşivi
Yek Türkiye'nin arka sokakları
06.12.2009 21:27
Sabah mahmur bir şekilde lojmandan çıkan öğretmenin gözleri az ilerde yerde hareketsiz yatmakta olan bir öğrenci görmesiyle fal taşı gibi açılır. Bütün mahmurluğunu üzerinden atan öğretmen merdivenin basamaklarını bir çırpıda inerek öğrencisinin yanına gelir. Telaşla öğrencisini sarsan öğretmen diğer yandan ne olduğunu sormaktadır ve şu cevabı alır: Vuruldum öğretmenim!
Şaşkınlığı katlanan öğretmen “Ne vurulması oğlum, kim vurdu seni? Diye sorar. Bu kez aldığı cevap tek kelimedir: Örgüt!..
Olan biteni azıcık anlar gibi olan öğretmen öğrencisini kulağından tutarak kaldırır. Ona çabuk olmasını ve öğrenci andını söylemek üzere toplanan sıraya katılmasını söyler. Bu sırada kafasını iki yana tövbe estağfurullah dercesine sallamaktadır. Öğrenciler sıra olurlar. Bir tanesi öğrenci andını söylemek üzere merdivenlerden okulun önüne çıkar. Nedense çok heyecanlıdır. Andın bitiminden sonra “Kahrolsun örgüt!” diye bağırarak kendini aşağıdaki öğrenci topluluğunun üzerine atmak için balkon korkuluğuna çıkan öğrenciyi öğretmen tek eliyle oradan alır. Öğretmenin eli yine çocuğun kulağını bulmuş ve çekiştirmektedir. Derdi nedir çünkü? Deli midir nedir ayrıca.
O sinirle derse giren öğretmen yoklama yapmaya başlar. Kimi öğrenci adını duyduğu halde buradayım dememekte ve öğretmeninin uyarısına “Örtmenim benim adım Ali değil Şiwan, benim adım Ayşe değil Rojda gibi cevaplar vermektedir. Öğrencilerden biri yoktur. Nerede olduğunu sorduğunda “Örgüt kaçırdı örtmenim!” cevabını alır. Öğretmen, ne örgütü, ne kaçırılması sorularını sormaz. Nerde bu çocuk, diye bağırır. Tavrı işe yarayan öğretmen birkaç kulaktan sonra çocuğun odunlukta olduğu bilgisine ulaşır. Odunlukta elleri arkasından bağlanmış çocuğu da çekiştirerek sınıfa getirir. Çocuk sınıfa girerken kulakları yelken kadar olmuştur. Hayat Bilgisi dersinde sorduğu bütün sorulara prime time’dan cevaplar alan öğretmen çocuklarla aynı gezegende olmadığının farkına varmak üzeredir.
Teneffüs zilinin çalmasıyla birlikte çocuklardan pencereye yakın olanlar pencereden atlamış, kapıya yakın olanlar dışarıya bir sıçrayışta çıkmış, diğerleri de sürünerek sınıfı terk etmektedir. Öğretmen sınıf defterini yazmaya koyulur. Bir ara sınıfın penceresinden dışarı bakan öğretmen, ellerindeki sopaları tüfek gibi tutan birkaç öğrencinin elleri ve ağızları bağlanmış birkaç öğrenciyi arkalarından tekmelerle odunluğa soktuklarını görür. Dışarı çıkar ve tuttuğu ilk çocuğun kulağına yapışır. Çocuk öğretmene biraz saygılı olmasını kendisinin doktor olduğunu ve örgüt tarafından vurulmuş bir köylüyü iyileştirmek için acelesi olduğunu söyler. Yanındaki hemşire kız da onu doğrular.
Ders zili çalınca içlerinden lider görünümlü biri “Öbür teneffüs arka sokaklaaaaaar!” diye bağırır. Bu sesi “Ben Rıza babayım, ben Murat’ım, ne Murat’ı len sen lale’sin, ben hırsızım!” gibi sataşma ve söylenmeler takip eder ve öğrenciler beden olarak sınıftaki yerlerini alırlar.
Bu durum böyle sürüp gitmekteyken köyde elektrikler bir hafta kesilir. Öğrenciler artık zombi gibidirler. Teneffüste bir köşede pili bitmiş oyuncaklar gibi hareketsiz durmakta zili duyunca elleri önde dilleri dışarıda derse girmektedirler.
Manzaradan korkan öğretmen teneffüsün birinde dışarı çıkar ve okulun duvarına ellerini koyar ellerinin üzerine kapanır. O sayarken zihinlerinde bir şeyler canlanmaya başlayan öğrencilerden her biri öğretmenleri “Önüm arkam, sağım solum, sobe, saklanmayan ebe.” derken çoktan gözden kaybolmuşlardır. Birazdan çanak çömlek patlamış ve öğrenciler eski hallerine dönmüşlerdir bile.
Aç mısın, tok musun?
06.12.2009 21:23
-Sevgili Şov Tivi izleyicileri ben Acun Ilıcalı. Türkiye’nin en kolay para kazandıran yarışması Aç mısın Tok musun’a hepiniz hoş geldiniz. Bugün de yarışmacılarımızdan biri sadece kutu açtırarak çuval dolusu para kazanma şansını elde edecek. Bilgisayarımız şu anda bugün bizimle kimin yarışacağını belirliyor. Evet şimdi bilgisayarımız yarışmacımızı seçiyor. İşteee… O’nu herkes çok sevdi. Hem yarışmacılarımız, hem ekran başındaki tüm seyircilerimizin gönlünde, gaflarıyla taht kuran sevgili aynı zamanda Konya’lı Mevlüt yarışıyor bugün bizimle.
(Bütün yarışmacılar, Mevlüt’ün etrafında gayrı samimi bir sevgi çemberi oluştururlar. Çoğu ‘neden ben değil de bu seçildi sanki’ türünden düşüncelerini saklamaya çalışarak Mevlüt’e olan sevgilerini gösterirler. Bazıları biraz ıkınarak gözyaşı bile döker. Hatta kimi cinsi latîfler “Ulan iyi ki bunun kocası ben değilim, yoksa gebertirdim!” dedirtecek şekilde Mevlüt’e can-ı gönülden sarılırlar. Hasılı şaşaalı bir uğurlama töreni ile Mevlüt, önündeki kutuyu alarak yarışmacı koltuğuna oturur.)
- Evet Mevlüt, neler hissediyorsun?
- Çok heyecanlıyım Acun abi. Bunu hiç beklemiyordum. Size ve Şov Tivi’ye çok teşekkür ederim. Bu arada bizim köyün Kültür Bakanı’nın bi hediyesi var. Onu da size takdim etmek istiyorum.
- Çok teşekkür ederim Mevlüt. Getiren gönderen sağ olsun. Buradan bütün köylerimizin Kültür Bakanlarına da ayrıca teşekkür ederim. Evet Mevlüt artık başlayalım istersen.
- Acun bey. Belki gülerken ağzımı çok açtığım için izleyiciler sayabilmiştir. Ben ağzımda 32 diş olduğu için 32 numaralı kutuyu seçiyorum.
- Bak Mevlüt, senin bu kadar dişin olduğunu bilmiyorduk bilsek yarışmayı 32 kutu ile yapardık ama sadece 24 kutu var.
- Aaa! Pardon Acun bey. O zaman ben 2 numaralı kutu diyeyim.
- Senin için özel bir tarafı var mı bu 2’nin sevgili Mevlüt?
- Var tabi ki Acun bey. Ben biraz dikkat ettim de vücudumdaki bir çok organın sayısı 2… 2 elim, 2 kolum, 2 ayağım, 2 bacağım, 2 gözüm, 2 kulağım, 2 tane burun deliğim, henüz görmemiş olsam da 2 böbreğim var. Bu kadar özel olan bir sayıyı söylemek istiyorum.
- 2 numaralı kutuyu açtırmak istiyor. Bakalım 2 numaralı kutunun sahibi Pınar Hanım neler hissediyor.
(Pınar Hanım. Çekim başlamadan önce kendisine yapılan uyarıları hatırlar ve manalı bir poza bürünerek cevap verir.)
- İnanın hiçbir şey hissetmiyorum. Kutumda mavi olsun diye gözkapağımı maviye boyadım ama bilemiyorum yaane!
(Mevlüt söze girer.)
- Şimdi aklıma geldi beynimiz iki bölümmüş. Sağ ve sol diye. Hatta bilen bilir sağ taraftaki büyük olursa salak, sol taraftaki büyük olursa solak olurmuşuz. Ben ısrarla 2 demek istiyorum Acun bey.
- Açıyoruz kutuyu o zaman.
- Şey Acun bey. Binbeşyüzden geri sayar mısınız?
- Daha ilk kutudayız Mevlüt. Açtırma kutuyu söyletme kötüyü.
- Acun bey, bari birden geriye ikişer ikişer saysaydık?
- Pınar hanım kutuyu açar mısınız? Değilse Mevlüt’ün iki tane olan bütün organlarına zarar vereceğim.
(Pınar Hanım program sorumlularının emri gereği kırmızıya boyadığı uzun tırnakları ile kutudaki mührü açar. Bir ara kutudaki sayıyı merak ederek eğilen yan taraftaki Akın beyin burnu kutuya sıkışır gibi olursa da bu kısım montajda kesilerek programdan çıkarılacaktır zaten. Derken kutu açılır, kutuda 2 YTL vardır.)
- Evet sevgili seyirciler 2 numaralı kutudan 2 YTL çıkıyor.
( Mevlüt’e dönen Acun Ilıcalı, onun çok üzüldüğünü ve neredeyse ağlamak üzere olduğunu görerek şaşırır.)
- Hayrola Mevlüt? Neden bu kadar üzüldün?
- Nasıl üzülmeyeyim Acun bey. Benim kutumun numarası 1!
- Eeee?
- 2 numaralı kutuda 2 YTL çıktığına göre ya benim kutumda da 1 YTL varsa?
- İlahi Mevlüt. Mantık sınırlarını zorlama lütfen. Hadi bir kutu daha seç.
- 12 demek istiyorum Acun bey. Çünkü ayak parmaklarımı saydığımda 12 çıkıyor.
- Sana 12’yi nasıl bulduğunu sormayacağım Mevlüt. 12 numaralı kutuyu açması için Osman’ın yanına gidiyorum.
- Acun bey. Rica etsem herkes kutunun başına toplansa ve beraber açsanız.
- Mevlüt abartma canım. Daha ikinci kutuda bunu yaparsak sonraki kutularda kimbilir sizin köyün başbakanını filan istersin.
(Numaralar söylenir, kutular açılır. Binbir türlü hurafe ürünü düşünce, romantik ve duygusal görüntüler altında seyircinin gözüne sokulur. Kimi zaman coşulur, kimin zaman üzülünür. Yarışmacılar programın muhtelif yerlerinde varolduğunu zannettikleri yeteneklerini sergilemeye çalışırlar. Kutusunda büyük numara çıkan bazı bayan yarışmacılar intihara filan kalkışır. Bayan yarışmacılar programın reytingi ve izlenirliğine katkı yapsın diye yakın çekim yapılacaklarının bilinciyle şirin pozlara girerler. Tırnaklarını göstermek için elleriyle ağızlarını, yüzlerini kapatmak gibisinden yapmacık tavırlar gırla gider. Hiç kimse kutusunu açmadan önce söylemesi gereken sözleri tüm samimiyetiyle söylemeyi ihmal etmez. Bu arada esrarengiz bankacının bütün teklifleri reddedilmiş ve yarışmanın sonuna gelinmiştir. Geriye 1YTL ile 500.000 YTL kalmıştır. Esrarengiz bankacı 144 bin YTL teklif etmiştir. Mevlüt Konya Maliye Bakanını arayıp görüşünü alacağım diye tutturur. Acun Ilıcalı ise sinirli olsa da durumu idare etmeye çalışmaktadır.)
-Mevlütcüğüm! Arkadaşlarımız Konya Maliye Bakanının telefonuna ulaşamadılar. Artık karar ver istersen. Bütün akrabaların 144 bin YTL teklife evet demeni istiyorlar.
-Acun bey son olarak bi kankam var onu aramak istiyorum.
-Tamam Mevlüt. Ara bakalım.
(Mevlüt arkadaşını arar ve 1 YTL ile 500.000 YTL kaldığını, bir türlü karar veremediğini söyler. Arkadaşı “Sen aptal mısın, n’apıcaksın 1 YTL’yi? 500.000 YTL’yi seç. 500.000 YTL daha büyük!” deyince Acun Ilıcalı olaya el koyar.)
-Mevlüt son kez soruyorum. Hamdi beyin yapmış olduğu 144 bin YTL teklife aç mısın, tok musun?
- Acun bey. Programdan önce etlekmek yediydik. O yüzden tokum.
-Tokum diyor! Mevlüt kutusuna gidiyor!
(Şaşkın şaşkın bakan Mevlüt oldu bittiyle 1 numaralı kutusunu açar. İçinde 1 YTL vardır. Derken Mevlüt büyük bir korkuyla fırlar yatağından ve bunun bir kâbus olduğunu anlar.)
Ders kitaplarındaki büyük eksiklik
06.12.2009 21:22
Eğitim konusundaki eksiklikleri ya da yanlışlıkları yazmaya kalksak ömür yetmez, ayrıca gerek de yok. Bu yazıda ne öğretmensizlikten, ne okulsuzluktan ve derslik yetersizliğinden, ne de ödeneksizlikten bahsedeceğim. Yazının konusu; Allah’ın adını ders kitaplarından çıkarmak...
Birkaç yıldır ilköğretim öğrencilerinin kitapları Millî Eğitim Bakanlığı tarafından ücretsiz olarak dağıtılıyordu. Bu yıl uygulama, ortaöğretim (yani eski lise) öğrencilerini de kapsayacak şekilde genişletildi. Bu kapsamda yüz milyonu aşkın kitap öğrencilere ücretsiz olarak dağıtıldı. Kitap harcamaları okul masraflarının önemli bir bölümünü oluşturduğundan veliler önemli bir yükten kurtulmuş oluyorlar. Bu açıdan iyi bir uygulama olduğunu ve devam etmesi gerektiğini söylemeliyiz.
Gelelim asıl konuya. İlköğretim öğrencilerine dağıtılan bu kitaplarda din ve ahlâk konularına ne kadar ve nasıl yer yerildiğine şöyle bir göz gerdirmeye çalışırken bir şeyi fark ettim. İlköğretim 1, 2 ve 3. sınıfların ders kitaplarında Allah kelimesi kaç kere geçiyor tahmin edin. Cevap: Sıfır. Yüzde 99’unun Müslüman olduğunu söylediğimiz güzelim ülkemizde ilkokul 4. sınıfa kadar Allah demek bir nevi yasak. Bu durumu fark ettiğimde önce şaşırdım. Nasıl olurdu da bunca kitabın içinde bir kez olsun Allah kelimesi kazara bile olsa geçmezdi. Belki buna inanmayacak olanlar çıkacaktır. Neredeyse her eve giriyor bu kitaplar. Allah aşkına alın elinize ve araştırın. Belki benim gözümden kaçmıştır. Eğer kitabın yazarının adı Abdullah vb. bir isim değilse ya da okuma parçalarından birinde veya kaynakçada böyle bir isim yoksa o kitaplarda Allah kelimesinin geçmediğine siz de şahit olacaksınız. Lütfen araştırın ve bu kitaplarda Allah kelimesine rastlarsanız beni haberdar edin ve utandırın. Kaldı ki 4. ve 5. sınıflar için de aynı durum geçerli ve Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi kitabı dışında Allah demek yasak.
Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersinde de “sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz”, “çevremizi temiz tutalım”, “yaşlıları karşıdan karşıya geçirelim” gibi ifadelerden öte bir şey yok. Tamam, bu ifadelerde güzel davranışlar öğütlenmektedir ama İslâm bu mudur? Güzel ahlâk böyle mi kazandırılır? Hem Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersinde, her işe Allah’ın adını anarak başlamanın gerektiğini öğütleyeceksin; hem de 10 yaşına kadar bir çocuğa Allah’tan bahsetmeyeceksin ve din dersi dışında Allah’ın adını anmayacaksın.
Kitaplarda geçip geçmemesi önemli değil, önemli olan öğretmenin uygulamasıdır diye itiraz edenler olacaktır. Haksız da sayılmazlar. Öğretmenlerimiz sinirlendikçe:
- Allah’ım sen bana sabır ver!
- Allah senin belanı versin!
- Allah Allaaaaah vb. ifadeleri kullanarak bu açığı kapatıyorlardır.
Herkesin yaptığı gibi sorunları yazıp bırakmayacağım. Önerilerim var. Bu inada bir son verelim ve ders kitaplarının ilk sayfasına besmeleyi koyalım. Arap alfabesiyle olması şart değil elbette. “O kitaplar sıraların altına konuyor, yere düşüyor, yırtılıyor.” gibi itirazları kabul etmiyorum. Besmele ile başlayan bir kitaba çocuklar daha iyi davranacaklardır. Belki böyle yaparak çocuklara kitabı sevmeyi ve özenli kullandırmayı başarabiliriz. Çocukların içinde Allah sevgisi ve saygısı doğuştan vardır. O sevgi ve saygıyı yok eden biziz.
Allah’ın güzel adını yukarıdaki gibi olumsuz ifadelerde değil, güzel ifadelerle beraber kullanalım. Millî eğitimin genel amaçlarının başına da “Allah’a iyi bir kul olmak.” ifadesini yerleştirelim. Bu, o kadar kapsayıcı ve güzel bir ifadedir ki yerine koyacağınız hiçbir şey ondan daha ilerici ve çağdaş olamayacaktır emin olabilirsiniz.
Yani Allah ve ahlâk yalnızca din dersinde mi lâzım? Türkçe ve Ahlâk Bilgisi dersi olsa ve konuşurken, okurken, yazarken ahlâklı olmaktan bahsetsek kısacası her dersi, o derse ait ahlâk bilgisiyle versek fena mı olur? Belki Matematik, Sosyal Bilgiler, Beden Eğitimi yani bütün derslerde Allah’a ihtiyacımız vardır ne dersiniz?
Bazı dersler özel yetkinlik gerektirdiğinden öncelikle o konuda yetkin olanların girmesi tavsiye ediliyor. Mesela İngilizce dersine sertifikası olan birinin veya Millî Güvenlik dersine askerlerin girmesi gibi... Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersine imamların girmesi gibi bir şey neden düşünülmüyor? Ya da düşünülüyor mu?
Adamlar kitaba Allah isminin girmesine bile izin vermiyorlar sen nelerden bahsediyorsun diye mi düşünüyorsunuz yoksa. Belki haklısınız. Ben haksızım. Millî Eğitim Hakk’sız. Burada aklıma gelmişken Allah, Mehmet Akif’ten razı olsun. Hiç olmazsa O’nun İstiklâl Marşı var da kitaplarımız Allah’ın “Hakk” ismiyle şereflendi yıllarca.
Son olarak Millî Eğitim Bakanlığı’na teşekkür etmek istiyorum: Ücretsiz kitap dağıtma kampanyanızdan dolayı “kitaplarınıza ismini koymaktan imtina ettiğiniz Allah sizden razı olsun.
Biz bu dünyaya ölmeye mi geldik?
06.12.2009 21:21
En iyi biz mi ölürüz? Çok mu yakışır bize ölmek? Siyonist kâfirler Müslümanları öldürürken şöyle diyorlardır herhalde birbirlerine: Bak, öldürüyorum, öldürüyorum kimse bir şey demiyor!
Müslümanlığın izzetini, şerefini taşıyamadığımız günlerden bu yana Müslüman kanı ucuzladı. Kâfirlerin yüreğinde Müslüman korkusundan eser kalmadı. Bir zamanlar Müslümanların, kâfirlerin yüreklerine korku saldıklarına dair hikâyeleri, gözlerimiz büyüyerek ve iç çekerek dinledik hep. Sanki o günler bir daha geri gelmeyecekmiş gibi.
Biz Allah’tan ne kadar korkuyor idiysek, kafirler de bizden o kadar korkuyordu aslında. Hemen belirtelim; Allah korkusu bir fobi çeşidi değildir. “Allah’tan gücünüz yettiği kadar korkun.” Ayeti herhalde bu korkunun mahiyetini anlamak isteyenlere anlatacaktır. Hayatımızı düzenlerken Allah’ın rızasını ne kadar gözetiyorsak, Allah’tan korkumuz da o derecededir. Ben artık inanmaya başladım ki Müslümanlığımızın derecesi de, kafirlerin yüreğine saldığımız korkuyla doğru orantılıdır. Boşuna mı Ilımlı İslam projeleri hazırlıyorlar, boşuna mı cihat ayetlerini ayıklamaya çalışıyorlar? Allah Teâlâ Mâide Sûresi 3. ayette “Artık sizin için dininizi kemâle erdirdim ve sizin üzerinize nîmetimi tamamladım” diye bildirmiştir. Yani İslâm mükemmeldir. O halde İslam kelimesinin önüne getirilecek her türlü ifade onun mükemmelliğini zedeleyecektir. Bu ifade ister “ılımlı” olsun, ister radikal. Ben ılımlı Müslüman’ım diyerek kafirlere şirin görünme çabaları da boşunadır, radikal Müslüman’ım diyerek kafirleri korkutma çalışmaları da.
Kendimi ve dünyayı tanımaya başladığım yılları hatırlıyorum bazen. Dualarımıza Bosna Hersek diye bir yer ve Bosnalı Müslüman kardeşlerimiz girmişlerdi. Avrupa’nın ortasında bir Müslüman devlet, dünyanın (kör) gözü önünde yok ediliyordu. Sonra öğrendim ki başka yerler de varmış. Filistin’i öğrendim, sonra Çeçenistan’ı. Derken, Afganistan, Irak, Lübnan girdi dualarımıza. Artık belki dualarımızda bu yerlerin isimlerini tek tek saymayıp “Allah’ım yeryüzünde yaşayan tüm Müslümanları zulümlerden kurtar” diye dua etmeye başlar olduk.
Böyle giderse dualarımızdaki listeye Suriye, İran, Mısır ve tüm Müslüman ülkeler eklenecek. Sonunda bize dokunmayan yılan gelip bize de dokunacak. Mezbahada boğazlanmayı bekleyen koyunlar gibi başımız önde, sümsük sümsük durduğumuz sürece olacak budur. Ve bu durum kanımıza dokunmuyorsa eğer çok dokunaklı, acınası bir durumdur.
Elbette ölümden korkmuyoruz. Nasıl korkalım ki? Müminlerin elinden tutup cennete götüren, kâfirleri kolundan tuttuğu gibi cehenneme fırlatan bir şeyden korkulmaz. Aksine o şey ölesiye sevilir. Biz ölümü ölesiye sever, sırf bu özelliğinden dolayı onun için seve seve canımızı bile veririz. Ama biz bu dünyaya ölmeye gelmedik. Hele öldürmeye hiç gelmedik. Bizi öldürmeye gelenler, bizde dirilmeli diye öğrendik. Nedense bizi öldürmeye gelenler öldürdükleri gibi, azgınlıklarını da artırarak gidiyorlar. Nasıl diriltebiliriz onları, biz diri değilken. İslâm’ı yaşamayan bir Müslüman’ın yaşadığından da bahsedilemez ya zaten. İslam’ı yaşamıyoruz ve yaşamadığımız sürece de ölmeye mahkûmuz. “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, öldüğünüz gibi de diriltilirsiniz.” hükmü bize bir anlamda onurlu yaşamayı ve onurlu ölmeyi emreder. Ki Allah’ın huzuruna da onurlu bir şekilde varalım.
Batı, Güzel İnsan’ın tabiriyle terbiye edilmemiş bir hayvandır. İslam Medeniyetinden başka hiçbir medeniyet dünyayı yönetmeye lâyık değildir. Zaten İslam Medeniyetinden başka medeniyet de mümkün değildir. İnanmayanlar için bakınız; 19. ve 20. yüzyıllar.
Batı medeniyetinin zirve yaptığı bu son iki yüzyılda insanlık dibe vurdu. Tarih derslerine “Dünya Savaşı” tabiri girdi ve insanlık bu felaketi iki kez yaşadı. Bir üçüncüsünün yaşanması için Siyonizm her yolu deniyor, başarısız olması da bize bağlı. Dünyanın dizginlerinin el değiştirme zamanı geldi de geçiyor bile. Silah teknolojisi başta olmak üzere hali hazırdaki teknoloji korkunç boyutlara ulaştı. Bu teknolojinin, batı medeniyetinin elinde bulunması korkunçluğunu daha da artırıyor.
Bir buçuk milyarlık İslam alemi, kendisinin, batı da dahil olmak üzere bütün insanlığın kurtuluşu için artık harekete geçmeli. Onun en şerefli mahlukları olarak zulme önce biz karşı çıkmalı ve en azından tarafımızı belli etmeli ve zulüm yeryüzünden kaldırılıncaya kadar mücadele etmeliyiz. Müslümanların ve masum insanların ölmelerine engel olabilirsek, düşmanlarımızı da katil olmaktan kurtarmış oluruz.
Dün bir kötülük yaptım
06.12.2009 21:20
Aydın Doğan'ın solculuk oynayan gazetesini bilirsiniz. İsmini vermek istemiyorum: Radikal. (Aynı Aydın Doğan'ın, Refah Partisi'nin yükselişte olduğu dönemde İslamcılık oynamak için bir ramazan ayında Son Çağrı adlı gazete çıkardığını da biliyoruz.) Aydın Doğan'ın adamları, Radikal gazetesinin, sol kalemlerin kendilerini ifade etmek için oluşturulmuş bir platform olduğunu savunacaklardır. Halbuki amacın, sol pastasından pay kapmak olduğu bellidir. Nitekim yeni yetişen sol kuşak, Cumhuriyet Gazetesi'nden çok Radikal'i tercih edince, Aydın Doğan da bu pastadan pay kapmayı başarmıştır. İşte bu Radikal Gazetesi'nin on beş günde bir yayınladığı, gençlere yönelik bir eki var: Radikal Genç. 11 Haziran tarihli Radikal Genç'te, genç bir kızımızın kadın-namus eksenindeki bir yazısını okumuştum. Küçük bir kız öğrenci, beden eğitimi dersinde koşu yarışına girmiş. Yarıştaki erkek öğrenciler rüzgârın oğlu gibi koşarken, küçük kız bir yandan eteği açılmasın diye uğraşıp bir yandan da koştuğu için yarışı kaybetmiş. Tahmin edildiği üzere genç yazar bu sahneyi toplumsal ölçekte izleyip değerlendirerek şöyle bir yargıya varmış: “Kadın, namusunu korumaya çalışırken yarışı kaybetti.” İlk okuyuşta "fesüphanallah" dedirtecek bir yazı gibi görünüyordu. Ve ben de dedim zaten.
İslâmî kesime mensup olanlar için bu genç kızın yazdıklarının iler-tutar yanı yok. Öte yandan kızımız kendi açısından son derece haklı. Çünkü onun durduğu yer ile bizim durduğumuz yer farklı. Ve orada olduğu sürece gördüğü olayı bu şekilde yorumlamaya devam edecektir. Birçok tartışmada herkesin oturduğu yerden bir konuda tartıştığını ve tarafların aynı olay-olgu üzerindeki farklı, kimi zaman tamamen zıt yorumlarını izlemişizdir.
Herkes, olaya kendi oturduğu yerden, kendi gözlükleriyle baktığından büyük bir ihtimalle (yüzde yüz) hiçbir konuda anlaşamadan tartışma yerini terk ederler. Burada, her olaya Allah'ın baktığı yerden bakmanın gerekliliğini hatırlamalı ve insanların bizden farklı düşünebileceklerini artık kabul etmeliyiz. Eğer birilerinin yanlış yerde durduğunu, yanlış gördüğünü, yanlış yazdığını, yanlış çizdiğini, yanlış yorumladığını fark edersek, yapmamız gereken, onlarla tartışmak değil, onları Allah'ın baktığı yerden bakmaya davet etmek olmalıdır. “Gel buradan bak” diyeceksek eğer, nerede durduğumuzu da iyi kontrol etmeliyiz.
Dün yaptığım kötülüğü merak ettiniz belki. Anlatayım: Babaannemi Bodrum Devlet Hastanesi'ne götürmüştüm. Dönüşte minibüse genç bir kız bindi. Oturacak yer yoktu ve en yakınında da ben vardım. Böyle durumlarda aklıma kızkardeşim gelir ve hemen yer veririm. Ama bu kez yer vermedim. Çünkü içim el vermedi. Nedeni, giydiği eteğin buna müsâade etmiyor oluşuydu. Biraz düşününce, "Oturmaması, oturmasından daha hayırlıdır" diye kendime fetva verdim. İçimi böylece rahatlatıp dışarıyı seyre dalmak istedim ama ne mümkün! Kendime verdiğim fetva beni rahatlatmamıştı.
Aklıma, başörtüsü taktığı için üniversitelere alınmayan kızkardeşlerimiz geldi. Birileri de onlar hakkında düşünüp "Okumamaları, okumalarından daha hayırlıdır" diye fetva vermiş ve üniversitelerde onlara yer vermemişlerdi. Acaba ben de şu an bu kızkardeşimize, dış görünüşünden dolayı zulüm mü ettim diye düşünüp durdum. Kendi açımdan mantıklı olsa da yaptığım şey, yukarıda bahsettiğim genç yazar ve onun gibi düşünenler için elbette kötü bir şeydi. Oysa ben onun iyiliğini düşünerek yapmıştım bunu.
Hâlâ da düşünüyorum. Ben bu iyiliği yaparak o kıza kötülük mü ettim, yoksa ona bu kötülüğü yaparak iyilik mi ettim? Sizce hangisi? Bu soruya vereceğiniz cevap, durduğunuz yere göre değişecektir.
Osmanlı'da fayton arkası yazıları
06.12.2009 21:04O şimdi yeniçeri...
Alırım faytonunuuuuuuuu!
Hatalıysa tiz kellesi vurula!
Faytonunda yer yoksa bana güzelim ben at üstünde de giderim...
Medreselim...
Tek rakibim Hezarfen Ahmet Çelebi.
Akıncısın dediler kız vermediler.
Rahmetli de şahlanırdı...
Atımın eğerini / bilemedin değerimi...
Yezidim ama akçe bende!
Nallarım saf demirdir, paşamın sözü emirdir!
Yolda hızlıyım, meşkte yavaş. Enderunluyum arkadaş...
Nemçeliden aldım bir tutam saç, sollama yoksa yersin kırbaç...
Tütün içilmez!
Atım araptır / yüküm şaraptır. (IV. Murat duymasın!)
Fil Avı
06.12.2009 21:02Matematikçiler
Matematikçiler fil avlamak için Afrika'ya giderler; fil olmayan her şeyi dışarı atıp geride ne kalırsa, onu avlarlar.
Tecrübeli matematikçiler
Bir önceki adımdaki işlemi yapmadan önce, en az bir filin bulunduğunu ispat ederler.
Matematik profesörleri
En az bir filin bulunduğunu ispat ederler; ve onun bulunup yakalanma işini yüksek lisans öğrencilerine ödev olarak verirler.
Bilgisayar mühendisleri
1. Afrika'ya git.
2. Ümit Burnu'ndan başla.
3. Düzenli bir şekilde tüm kıtayı doğudan batıya tarayarak kuzeye doğru ilerle. 4. Her tarama adımında; a) Görülen tüm hayvanları yakala b) Her yakalanan hayvanı bilinen bir fille karşılaştır. c) Bulunca dur.
Tecrübeli bilgisayar mühendisleri
Yukarıdaki algoritmanın durmasını garantilemek için Kahire civarına önceden bir fil yerleştirirler.
Donanım mühendisleri
Afrika'ya gidip, rengi gri olan hayvanları rastgele yakalamaya başlarlar. Ağırlığı, daha önceden bilinen bir filinkinden yüzde on beş fazla veya az bir hayvana rastlayınca dururlar.
Ekonomistler
Bu meslek grubundakiler fil avlamazlar; ancak yeterli ücret ödendiği takdirde, fillerin kendi kendilerini avlayacağını düşünürler.
İstatistikçiler
Peş peşe (n) kez rastladıkları hayvana "FİL" adını verip, onu avlarlar.
Müşavirler
Fil avlamazlar. Aslında hiç bir şey avlamazlar. Ama, fil avlamak isteyen insanlara saat ücreti karşılığında tavsiyede bulunurlar.
Araştırmacılar
Avcının şapkasının büyüklüğü ile kullanılan mermilerin renginin fil avlama stratejileri üzerindeki etkisini araştırırlar. Tek istedikleri, birilerinin kendilerine "fil" adı verilen nesneyi tanımlamasıdır.
Politikacılar
Fİl avlamazlar. Sadece sizin avladığınız fili kendi seçmenleriyle paylaşırlar.
Avukatlar
Fil avlamazlar. Sadece fil sürüsünü izleyerek, sürünün ardında bıraktığı gübrenin mülkiyetinin kime ait olduğunu tartışırlar.
Üst düzey yöneticiler
Geniş kapsamlı "fil avlama" stratejileri oluştururlar ancak bu çalışmaları sırasında fillerin tarla farelerine benzeyen, sadece sesleri biraz daha kalın olan yaratıklar olduğunu kabul ederler.
Kalite kontrol denetçileri
Fillerle ilgilenmeyip, avcıların jipe eşyalarını yüklerken yaptıkları hatalarla uğraşırlar.
Satış temsilcileri
Fil avlamazlar. Tüm zamanlarını yakalamadıkları filleri satmaya çalışarak ve sezon açılmadan 2 gün önce malı teslim edeceklerini iddia ederek geçirirler.
Bilgisayar yazılımı satıcıları
Yakaladıkları ilk hayvanı sevk edip, "fil" faturası keserler.
Bilgisayar donanımı satıcıları
Tavşan yakalayıp, bunları griye boyayıp "Masa Üstü Fil" diye satarlar.
Son sözler
06.12.2009 20:59
- Rus ruleti öyle oynanmaz. Ver bana ver!
- Teker teker gelin layn...
- Sevgilim, abin bizi böyle görse ne yapardı?
- Korkma, bu tünelden yıllardr tren geçmiyor...
- Abi çevremizde fazla polis yok, teslim olmayalım, kaçalım abi...
- Geeel, geeel, sağ yap gel.
- Abi çok seri bi araba bu yaaa...
- Demek piranha dedikleri şey bu. Hiho, bak Hulusi abi bıyıkları ile oynuyom bi şey olmuyo.
- O irmikleri neden aldın Nurhan, helva mı yapıcan? Niye?
- Burası Fener tribünü değil mi?
- Bah bah bah hâlâ uzunlarla geliyo...
- Müjdemi isterim Turhan abi bi kızın daha oldu.
- Kim bekler yeşilin yanmasını?!
- Bekle Cemşit abi, ben bi dalıp çıkıcam.
- Hâlâ karlı mı gösteriyor hanım?
- Elektrikçiye ne gerek var canım, ben hallederim.
- Gel abi, burası boyu geçmiyo.
- Hihoha... Bak gelen şey köpekbalığına ne kadar da benziyor.
- Rasim abi, kafesin kapısı kapalı değil mi?
- Yapma Satılmış abi, şeytan doldurur!
- Bu külüstür essahtan 200 yapıyor mu?
- Semra'cığım bak arabanın ibresi 200'ü gösteriyor.
- Ben öldükten sonra tablolarım çok para edecek Ayşegül..
- Boğaza gelip temiz hava almayı iyi akıl ettik... Çocuğum oynama şu arabanın el freniyle...
- Doktora neyim gerek yok. Beni üfürükçü Sabit hocaya götürün.
- Ooohooooo! Doktorun her dediğini yapsak açlıktan ölürüz birader. Hadi yeyin yeyin afiyet olsun...
- Ulan, biz bugüne kadar kaç bomba imha ettik be! İşimi bana mı öğretiyon? Kes şu mavi teli!
- Sayın seyirciler! Şimdi en büyük numaraya geldik. Aslanın ağzını açıp, başımı içine sokuyorum.
- Burası eskiden mayın tarlasıymış, ama artık bi tane bile kalma...
- Havlayarak üzerimize geliyor, çünkü bu cinsler çok insan canlısıdır.
- Paraşütü en aşağıda ben açacağım.
- Komutanım, pimini çektikten sonra kaça kadar sayıcaktık?
- Yok be, bu mantarlar zehirli değil, bak ben nasıl yiyorum.
- Amma keskin virajmış yav!
- Bu kadar korkma canım! Bu yılanların hepsinin zehirleri alınmış.
- Uçağın pervanesini görüyon mu? O kadar hızlı dönüyo ki sankim dönmüyomuş gibi.
- Kaplanlar da aynı kedi yavruları gibidir. Bak böyle gıdısından sevicen bak iyi bak...
Felsefi Yaklaşım
06.12.2009 20:59
Klasik tepki: "Sıraya geç kardeşim."
Neoklasik tepki: "Şeker kardeşim sıraya geçiver."
Realist tepki: "Sıra var!"
Sürrealist tepki: "Sallandıracaksın bunlardan ikisini Kızılay'da! Bak bir daha yapabiliyorlar mı?"
Romantik tepki: "Beyefendi galiba sırayı görmediniz."
Natüralist tepki: "Sırana geç!"
Modern tepki: "Efendim, insanımız eğitimsiz. Halbuki Avrupa’ da…"
Post-modern tepki: "Sırana geç lan ayı!"
Uzlaşımcı tepki: "Acelesi olmasa öne geçmezdi. Üzmeyin garibi."
Devrimci tepki: "Alt yapı sorunları çözülmeden halkımız sıraya geçmez. Devrim olunca herkes hizaya gelecek!"
Kaderci tepki: "İki dakika fazla beklesek kıyamet mi kopar? Kısmetse hepimizin işi görülür."
Septik (kuşkucu) tepki: "Ön ve arka kavramları görecelidir. O tarafın ön taraf olduğuna kim karar verdi? Öne geçtiğini zanneden, aslında arkaya geçmiş olabilir."
Kantçı tepki: "Efendim algılanmayan şeyler yok demektir. Bakmayın o tarafa, adam yok olur."
Kötümser varoluşçu tepki: "Herkes bir gün ölecek. Onurlu bir şekilde bekleyin. Bir gün o adamda ölecek!"
İyimser varoşluşçu tepki: "Sıkmayın canınızı, şu anın tadını çıkarmaya çalışın. Bakın ne güzel hayattasınız ve birileri önünüze geçebiliyor."
Hümanist tepki: "İnsanlık bir bütündür. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için. Dolayısıyla birimiz öne geçince, aslında hepimiz öne geçmiş oluyoruz."
Bankacıların çektikleri
06.12.2009 20:57
müşteri : para çekecektim.
- hangi hesaptan?
- benimkinden.
- tamam beyefendi de sizin hesap no’su kaç?
- bilmiyorum.
- isim neydi?
- benim gendimin mi?
- yok eb….
**********
- günaydın. sizin işlem neydi?
(bir arkada bekleyen bayan ) : sohbet etmeyi bırak da işini yapsana kardeşim!
**********
müşteri : ben aycell faturasını bankadan yatırdım. ama hattım borcundan dolayı kapandı.
- nasıl olur? biz aycell tahsilatı yapmıyoruz ki?
- ben oyak'tan yatırdım zaten.
- ?!!
- ona bi baksak olmuyo mu? oyak çok kalabalık da...
- olur mu kardeşim! ben nasıl görürüm oyak’ın hesaplarını?
- şundan baksan? (bilgisayarı göstererek) hani onlar da oradan bakıyo da. olmuyo mu öyle?
- oluyo canım. hatta elim değmişken tapuda, muhtarda falan da işin varsa onu da aradan çıkaralım.
**********
- doğum tarihiniz?
- 57.
-tam tarih alıyım?
- 1957.
**********
(kredi kartları için çağrı merkezi genelde anne kızlık soyismini ve mezun olunan ilkokulu güvenlik şifresi olarak kullanır)
- mezun olduğunuz ilkokul?
- ben lise mezunuyum.
- tamam da bana ilkokul adı lazım.
- iyi de ben liseyi bitirdim!
- ?
**********
- anne kızlık soyismi?
- bilmiyorum.
- (pratiğiz ya!) dayınızın soyismi ne?
- ya bi kart vereceniz taa dayımı karıştırıyonuz. istemem kart mart! (hışımla şubeyi terk eder.)
**********
- merhaba ben Serkan. nasıl yardımcı olabilirim?
- benim telefonda bi problem var bankomatta işlem yapamadım.
- peki ilk önce telefonunuzun ''menü' tuşuna sonra da ''5'' tuşuna basın.
- evet... tamam...
- ekranda ne var şimdi?
- show tv...
- ???
**********
- iyi günler, hoş geldiniz, nasıl yardımcı olabilirim?
- para çekemiyorum ben...
- şifrenizi yanlış giriyormuşsunuz Ahmet bey!...
- şifre mi? benim şifrem hep aynıdır, İstanbul'un kurtuluşu...
- lütfen, bana şifreyi söylemeyin efendim.
- hah, tamam hatırladım, 1956!!!
- efendim o İstanbul'un kurtuluşu değil ama...
- yaaaa!... kaçtı İstanbul'un kurtuluşu?
- efendim ben maalesef söyleyemem bunu size.
- niye sen de mi bilmiyosun?...
- biliyorum, ama güvenlik açısından benim şifreyi bilmemem gerekiyor.
- ben sana şifreyi sormuyorum ki!... İstanbul'un kurtuluşunu soruyorum.
- evet, ama?!!!
**********
- buyrun bankacılık destek.
- alo ben Konya, ya benim bu printer çalışmıyor!...
- windows’ta mı çalışıyor?
- evet.
- bilgisayar printeri görüyor mu Konya?
- evet, karşı karşıyalar!...
**********
- güvenliğiniz için bir kaç soru sormam gerekiyor.
- doğum yeriniz?
- Erzurum...
- doğum tarihiniz?
- 23 Ocak 1957
- annenizin evlenmeden önceki soyadı?
- anamı karıştırma lan bu işe!
- ?????!!!!!
**********
- şu an bankanızın ATM'sinden maaşımı çekemiyorum.
- üzgünüz efendim geçici bir hatadan ötürü şu an tüm sistemlerimiz off'tadır. (kapalı yani)
(Bir saat kadar sonra müşteri yine arar)
- ben şu an Of'tayım ve hâlâ paramı çekemiyorum...