Yazı arşivi
Erkekler 2
06.12.2009 21:49
Vapur beklerken arkamda iki erkek. İki genç ve evli erkek. Konuşuyorlar. İşten konuştular. Sonra evden konuşmaya başladılar.
- Eve gidecem hanım yok, oohh!!
Birinci yargı:
Neden böyle bir kalıp vardır? Ben hiç eve gidicem kocam yok ohh diyen kadın duymadım. Ne yapıyor bu kadınlar bu adamlara? Madem eve gideceksin ve olmadığını görünce oh diyeceksin, neden evlendin, o zaman her gün eve gelince ooh derdin ne güzel, demezler mi adama?
Konuşma sürüyor. Galata kulesinden açılıyor laf. Karşımızda duruyor çünkü.
-Bundan atlamış adam, uçmuş. İlk uçan insan da oymuş. Keykubat!
-Keykubat mı?
-Evet, Hüseyin Keykubat.
Böylece ben de Keykubat’ın Selçuklulardan kalkıp, İstanbul’a gelip, tabi önce dirilip, uçtuğunu öğrenmiş oldum. Dahası ilk adının da kuvvetle muhtemel Hüseyin olduğunu öğrendim. Çünkü abi o kadar emindi ki dediğinden, ben tereddüte düştüm.
İkinci yargı:
Neden erkekler bilmedikleri şeyleri dahi çok büyük bir eminlik ve keskinlikle ifade ederler. Bu nasıl bir kendine güvendir! Bir bayan çok iyi bilmediği şeylerde korka korka konuşur, karşı görüşle karşılaşınca çok ısrarcı olmaz, geri adım atar. Bir erkekse “Keykubat mı?!” diye eminliğini sorgulayan bir soruya tamamen eminmiş gibi bir cevap verebilir. Asla geri adım atmaz.
Tam bilmiyorum, tam emin değilim, öyle de olabilir aslında gibi ifadeleri kızların ağzından sıkça duyabiliriz de erkeklerin ağzından duyanımız var mıdır bilmem. Emin olsunlar olmasınlar böyledir bu. Ürün sağlam olmasa da satışta başarılıdırlar, hâsılı. Ve bu (iyi bilmese bile) asla geri adım atmayış, bazen insanın sinirini bozar. Hem de çok bozar.
-Eve gidicem var ya.. Kurufasulyeyi ısıtcam, çorbayı ısıtcam. Yok yok! Yumurta kırcam. Evet yumurta kırcam. Çay yapcam.
- (Dinliyor.)
Üçüncü yargı:
Erkek muhabbetlerindeki ne yedikleri, ne yiyecekleri konularını toplasak tüm konuşmalara yüzdesi %30larda olacağına şüphem yok. Kimi bölgelerde daha fazla bile olabilir. Burada erkeğin amacı nedir? Arkadaşıyla vapurun sonunda ayrılacaklar. Aklın bende kalmasın, ayrıldıktan sonra da bunları bunları yapcam gibisinden mi?
Eve gitcem, pilavı ocağa koycam, salata yapcam vs demeyiz birbirimize. Düşünsek bile demeyiz. En fazla ya şimdi eve git, yemek yap, ortalığı topla gibisinden serzenişler olur.
Ama ballandıra ballandıra sahana kıracağı yumurtayı anlatmak, tamamen erkeklere özgü bir durumdur. Nedenini anlayamadığım! Eve gidip su böreği yapacak olsa ve bunu ballandıra ballandıra anlatsa arkadaşına(ve gıyabında hepimize) gam yemeyeceğim.
2 bayan ve iki erkek bir lokantaya yemeğe gitseler ve döndüklerinde başka bir çifte anlatacak olsalar herhalde şöyle bir durum ortaya çıkardı:
Erkek:
- Abi önce soğuklar geldi. Mezeler tarzı. Ekmekler falan. Bi zeytinyağlı dolma yemişim, aklın durur. Sonra çorba istedik. Böyle mercimek çorbası içmedim. Neyse ağabeycim. Sonra kebaplar geldi. Kebap ki ne kebap. Kömürde pişiriyolarmış. Yanına da içli köfte aldık. Eee künefesiz olmaz. İncecikti. Bak. Şöyle bi tabağa koymuşlar. Ama ne künefe. vs. vs.
Kadın:
- Öyle ara sokakta bi yer değil. O aşağı inen cadde var ya. ... Dükkanı var orda bi de. Bi gün oraya da bakmak istiyorum aslında. İşte o dükkandan az daha gidiyosun. Sağda kalıyo. Minik bi açık alanı da var. Kahverengi bi bina. İçini çok güzel yapmışlar ama. Masa, sandalye hep ceviz. Sandalyelerin üst döşemeleri sütlü kahve, bej arası. Örtüler beyaz. Ama masaların üstünü hareketlendirmişler. Her masada çok güzel mumluklar vardı. Tabi yakmışlar da. Takımlar falan baktım, hep hisar. Duvarlar da yine sandalyelerin renginde. Güzel tablolar koymuşlar bi de. Garsonların kıyafetleri de çok güzeldi.
Şimdi fark o kadar bariz ki. Kadın yemeklere hâlâ gelemedi dikkat ettiyseniz. Erkekse direk yemeklere girdi ve onun dışına da hiç çıkmadı. Başka hiçbir şey görmemiş adeta. Kadın için gidilen mekanın güzelliği yemekten daha önemlidir, çünkü yiyeceği yemek onun için yan unsurdur. Erkek içinse bırakınız ana unsur olmayı tek unsurdur. :)
Yemeğe giderken ne, ne giyeceğini düşünür, ne etrafındakilerin ne giyip ne yediğini, ne de mekana şıklık notu verir,. Kadınınsa ana konusu ayrıntılardır.
- Çünkü yemek onun için hayati önem arz etmez, çünkü hayatı boyunca beslenilmiştir. Besleme sorumluğu da duymamıştır.
- Çünkü aynı malzemeler kendine verilse o da beslemeyi bilir, çeşit çeşit yemek yapmayı bilir. Dolayısıyla bu, çok da büyük marifet değildir.
- Çünkü aynı anda pek çok şeyi düşünEBİLmesi onu erkekten ayıran nadide ve güzel bir özelliktir. Beyni ister istemez hem yemekle hem de ayrıntılarla aynı anda meşgul olur.
- Çünkü usta, dolaylı yoldan onun rakibidir ve onu bilinçsiz bir bilinçlilikle göz ardı eder ve ettirir.
-…
Bunlar arttırılabilir. Hepsi doğrudur demiyorum. Bunlar ileri sürülebilir diyorum. Ben kendimi elbette en çok sondan ikinci sebebe yakın hissediyorum. Lakin şeytan ayrıntıda gizlidir, kadın da ayrıntılara önem veren olduğundan, şeytan kadının aklına da kalbine de hep ayrıntıların içine gizlenerek girer, o yolla fitler derseniz, bakın buna da benden apardığınız mükemmel bir tespit derim, kendimi tebrik ederim :P
Konuyu saptırmayalım. Değişmez olan şudur ki erkek, arkadaşına sahanda yumurta kıracağını ballandıra ballandıra anlatmaktan vazgeçmeyecektir.
Sahanda yumurta hayali bittiğinde dolu vapur geldi. Hamile bir kadın indi gelen vapurdan. Boşalmasını bekliyoruz.
-Hişşt. Kadına bak. Orta katı baya büyütmüş haa… Nolmuş bu yaaa.
-Haah hah.
Biraz kilolu bir bayan iniyor, inerken de tökezliyor.
- Yuvarlandı mı, indi mi anlamadım. Gemi sallandı haa. Var ya, gemi batar bu batmaz.
-Hah hah
Dördüncü yargı:
Çocuk kadının kendi kendine yaptığı bir şey midir ki erkekler kendi aralarında göbeği çok büyüyen hanımlarla aralarında hep böyle espriler yapmaktadırlar?
Kadınların kilolarıyla kalabalığın içinde seslice dalga geçmeye, hele az da olsa göbeği olan bir insanın ne hakkı vardır. Tüm kadınlar zayıf olmak zorunda mıdır, olmayanlarla dalga geçmek zorunlu mudur? Erkeklerin en sinir bozucu yanları nedir diye bana soracak olsanız, (tamam sorduğunuzu var sayıyorum) bu acımasız dalga geçişleridir. Öyle acımasızca dalga geçerler ki, tüm cins tipinden nefret etseniz yeridir. Allahtan içlerinde şiir falan yazanları vardır da durum dengelenir biraz.
İkinci sinir bozan durumları ise yukarıda sinir bozduğunu zikrettiğimiz durumdur.
Sıralama uzar. Burada kalalım. Rindi bey sağlığımızı bahane ederek tehdit etmiş bizi ziyaretçi defterinde.
Bizde her çeşit pabuç var, hiç birini de kuru gürültüye bırakmayız efendim ;)
Erkekler 3 yoldadır Allah'ın izniyle…:)
Erkekler 1
06.12.2009 21:48
Benimki üstte ve önde olsun lütfen!
Efendim bendenizin amcazâdeleri diğer birçok erkek gibi kimi huylara sahiptir. Nedir bu huylar? Her birini paylaşacak değiliz. Çoraplar noktasında diğer hemcinslerinden ayrılmadığını belirtmekle biraz daha özele indirgenmesi mümkün bir huyunu aktaracağız. Kendisi her sabah işe giderken çıkardığı pijamalarını önce tek eliyle aşağı doğru salar ardından diğer elini de devreye sokar ve rulo yaparak (ki o yaptığı şeyin katlamak olduğunu düşünmektedir) açtığı dolabın içine hızla atar. Lakin bu öyle bir atış ki, o kadar da itina(!) ile katlanmış(!) pijamalar dolabın içinde arka taraflarda bir yerlere savrulurlar bu hızla. Kendisinden sonra kalkan yengem ise pijamalarını katlar ve düzgün bir şekilde dolaba yerleştirir. Şimdi sıkı durun. Her gün bunu yapan amcamın her gece yengemden ricası nedir dersiniz: “Yaa benimkiler önde ve üstte olsun rica ederim!!” “Yani çok rica ediyorum benimkiler önde ve üstte olsun!!” Üstelik bunlar ünlemli cümlelerdir hafiften. Buyurun buradan yakabilirsiniz…
Çorap muhabbeti
Her gün gazetelerden yığınla bilimsel bulgu okuyoruz. Bilim adamları bir sürü yeni tür keşfediyor. Ben size keşfedemeyecekleri bir tür söyleyeyim: Çorabını koyduğu yeri daima hatırlayan, kirli ve temiz çoraplarını daima ayırt eden, evin çeşitli bölgelerinde çorap istifi yapmayan erkek türü!
Halbuki o adeta tapındığımız bilimin, kutsadığımız efendileri olan bilim adamları bu türü de ürettiklerinde piyasa sürülmesini heyecanla bekleyecek bi kaç milyar insan olacak. Bence günümüzde ticari kaygıyla bilim yapan bilim adamları bu konuya ehemmiyet vermeli ve bir el atmalılar. Bugün konuşuyorduk da.. Şöyle bir düşündük. Gerçekten de “Benim çoraplarım nerde?”, “Çorabımın teki nerde?”, yahut “Dünkü çoraplarını nereye koydun?” denildiğinde şıp diye cevap verecek erkek yok. Yok arkadaş! Herkes babasını, abisini, kardeşini, eşini düşündü. Yok. Ve enteresan olan, bu cidden sadece erkeğe mahsus bi durum! Ben bir kez olsun evimde yahut herhangi bir evde benim çoraplarım nerdeydi yaa diyen bi kıza/kadına rastlamadım. Rastlayan olmadığına da emin sayılırım.
Bu nasıl bir illettir ki insan cinsinin yalnız bir yarısını eline geçirmiştir?!
Zannetmeyin ki bu hastalık erkeğe zarar vermektedir! Bilakis bu tamamen yine kadının bir zararıdır. “Yaa çoraplarımı getirsene, kızım çoraplarımı getirir misin, abla çoraplarımı gördün mü nidalarının muhatabı ve zararlı çıkanı olan bizler oluyoruz elbette:) Neden zararlı çıkanı mı dediniz? Nerede çorapların sorusuna “odada olabilir, banyoda olabilir, oralarda bir yerdedir” gibi cevaplar alındığı için olabilir mi? :) Evet olabilir…
Onlar saç değil, bez!
06.12.2009 21:46“Onlar halka değil, fil!” üzerinden gideceğim bir konum var bu hafta (demek isterdim ama sanırım ay demem gerekiyor :)
Eminim kadın erkek çoğumuzun dikkatini çekiyordur. Dışarıda kapalı olan bayanların eşarplarının içindeki o muazzam şişkinlik.. Tabi işin iç yüzünü bilmeyen her insan “Kızda (kadında) ne saç var arkadaş!” diye düşünür. Kimse de onu ayıplamamalı bak kız örtmüş, bu da içindekini düşünüyo diye. Lisede bir erkek hocamız demişti ki: “O başörtülerinizin altından kocaman topuzlar yapmayın. Bunun insanlara verdiği mesaj şudur: Örtüyorum ama bunun içindekini bi bilsen. Bende ne saç var..” Hocam çok haklıydı. İnsan bakınca ne uzun saçı vardır diyo. O devasa kitleye bakınca bunu dememek mümkün değil zira. Peki olayın iç yüzü ne? Anlatalım. Öncelikle mevcut saç toplanır. Topuz yapılarak tokası takılır. Örtü bunun üzerine yapılsa doğal bir görüntü ortaya çıkacaktır. Lakin olmaz. Mevcut saçla yetinilmez. Bir yemeni alınır. Bir el içi boyutuna gelinceye kadar katlanır. Oldukça şişkin olan bu katlanmış yemeni yeterince şişkin olmamışsa bir yemeni daha alınır. O da aynı boya gelinceye kadar katlanır. (Ki genelde artık bir yemeni ile de yetinilmez, iki yemeni kullanılır.) Bunlar bonenin içine konulur. Sonra bu bone dikkatle, yemeniler topuz kısmına gelecek şekilde başa bağlanır. Ardından kimi arkadaşlar saçla, pardon yapay saçla baş arasında kalan bölgeye yastık mahiyetinde bi kumaş parçası daha katlayıp koyabilmektedir. Üzerine de örtü yapılır. Kimi kızlar vardır ki bakarsınız, bir homo-saphiens’in bu ebatta bir kafası olması mümkün değil… Açıklıyorum: Onlar zaten kafa değil, hatta saç bile değil. 2-3 tane katlanmış yemeni onlar. Peki örtünen insanların kafalarını bu hale getirmesinin sebebi nedir? Sorulara cevap olarak sunulan 3 cümle var: 1- Örtünün güzel görünmesi için böyle yapıyorum. (İyi de örtünün katalog çekimine mi gidiyorsun? Örtünün neden güzel görünmesi gerekiyor ki?) 2- Saçım kısa ya ondan. (İyi de her kapalı olan kızın saçının uzun olması gibi bir şart mı var? Yoksa erkeklerin senin saçını da uzun düşünmesini istemen gibi bir alt sebep mi?) 3- Ya sırf saçı toplayınca güzel olmuyo.. (Aslında en makulü bu. Sırf saçı toplayıp, onu da biraz özensiz toplayınca hörgüç gibi durabiliyo. Lakin bunun da yapay saç üretmekten ziyade bir çaresi var: Saçı özenlice toplayarak topuz yapmak.) Bence bizler daima doğallıktan yana olmalıyız.
Gelelim diğer baş şekillerine:
Türbe Başlar:
Ben onlara türbe kafa diyorum çünkü kafalarının üzerinde bir türbe ihdas ediyorlar. Alnın yukarısında kafatası bir müddet devam ediyor, lakin ondan sonra bir dağ, bir türbe, bir heybet ihdas oluyor. Bu şey kızın kafasıysa, küçükken susam sokağında izlediğimiz bir Edi ile karşı karşıyayız demektir. Yok eğer değilse, kız etrafında fatihalarla dönmemiz için bir türbe oturtmuş başına… Bir kaydırak yapsanız börtü böcek bilumum mahlukata eğlence alanı olur… Üstüne kar yağsa mahlukatın Uludağ’ı olur… Bir gün uzaylılar memlekete inse ilk bunlarla iletişim kurmaya çalışmazsa ben de neyim! (Efendim bunlar farklı bir tür. Kafa yapılarına bakınız. Demek bizden önce gelip aralarına karışmışlar. Plüton’dan olabilirler.)
Tezgahtar Başlar:
Bu modeli ilk ortaya çıkaran arkadaşlar bilumum mağazalarda tezgahtarlık mesleği icra eden arkadaşlar olduğu için tezgahtar baş diyoruz. Burada “tezgahtar” kesinlikle ve kesinlikle bir hor görme, tepeden bakma, aşağılama unsuru olarak kullanılmamıştır. Eşarbı dolama modeli Şulebaş’tır. Çünkü ilk o yapmıştır. O anlamda yani.. Bu modelin özelliği iğnenin ikametgâhıdır. İğne normal örtme biçimlerinde, örtünün kaymaması için tepeye bir adet takılması suretiyle kullanılır. Oysa bu modelde örtü normal olarak yapılır. Sonra eşarbın önü biraz geriye çekilir veee iğne başın en ön kısmında bir yere ikamet ettirilir. Eşarbın önü borsa tablolarında gördüğümüz grafikler gibi dik bir şekilde yükseliiiiiir ve sivri bir zirveden sonra düşeeeer… Arkadaşa önden bakınca sanki kafasında boşluktan bir kukuleta takmış gibi görürsünüz. Bir nevi dağ vardır kafasında. Ancak bu arkadaşların dağları örtünün çizgileriyle çizilmiştir. İçleri dolu değildir, fonları bonenin rengi ne ise odur. Yandan baktığınızda ise eşarpta muazzam bir katlanmışlık, şekilsizlik görürsünüz. Gelin görün ki bu model, kullanıcısına (hani havadan bir dağ ihdas olmuştu ya) yine havadan bir de hava verir. Bu arkadaşlarda bir havalı bakış, bir havalı yürüyüş vardır ki sormayın. Eşarptaki havadarlık, kullanıcısının tüm tavırlarına yansımıştır adeta. Örtülü tikilerin en favori modelidir. Altında çok dar bir kot pantolon görme ihtimali çok çok yüksektir ancak pardesü ile de kullananlara rastlanılmıştır.
Varoş başlar:
Bu örtü modeli kentimizin genelde varoş kesimlerinde yaşayan özellikle genç kızlarımızın kullandığı bir modeldir. Daha evvelde bahsedildiği üzre kocaman bir topuz ve bone takılır. Üzerine oyalı bir yemeni üçgen olarak katlanılarak örtülür ancak önü asla iğnelenmez. Daima ve daima açıktır. Takan kişi rüzgarda vs. örtüsünü kendisi kontrol etmek ister. Bu örtünmenin olmazsa olmaz iki tamamlayıcı unsuru vardır: Dapdar bir body (badi) ve yine dar ama uzun bir etek. Bu arkadaşlar da oldukça havalıdırlar. Oldukça havalı bir eda ile yürürler. Sanırım yine eşarbın havadarlığının yansıması olacak… Ha bir de ironik bir şekilde varoş baş modelinin muhafazakar/entelektüel/kadın çevresinde bir temsilcisi vardır. N.B. Karaca. Elbette o yemeni örtmez. Topuz büyüklüğüne de hiç dikkat etmedim ancak eşarbını tıpkı bu arkadaşlarımız gibi asla iğnelemez. Eh ona özgü tek bir kategori açamadığımızdan şekilsel açıdan en çok benzeyen bu kategoriye aldık:)
Ben aslında örtülü değilim ki, örtmedim ki, hani nerde eşarp, nerde nerde başlar:
Bu örtünme türünün iki çeşidi, bir değişmezi vardır. Değişmezi boğazlı dar bir kazak yahut bodydir. Modellerin ise biri eşarbın arkadan bağlanılması diğeri önden bağlanıp tamamen bodynin içine sokulmasıdır. Her ikisinde de eşarp sadece kulak hizasından başlayıp yarım daireden biraz fazlaca görünmesi suretiyle tüm dikkati giyilen elbiseye çekerek, örtülü olduğunu mümkün olduğunca kamufle etme amacı güder. Tv’ye konuk olarak çıkan kadınlar böyle yapar/yaptırılır. (Buraya bir parantez gerekiyor. Kazağın boğazı genişçe olduğunda onun üzerine eşarp yapma zor olduğunda bu model kullanılır. Kastımız bu uygulama değildir.)
Bu bir örtü değildir başlar:
Bu örtünme şekli Sn. First Lady’miz ile başlamıştır. Resepsiyonda hepimiz o bir örtü müdür, değil midir diye düşündük zira…
Ben bir mendil taktım başlar:
Bu örtünme şeklinde kızlarımız eşarp arkasını o kadar kısa bırakırlar ki başlarını her oynatışlarında boyunlarını görürsünüz. Arkadaşın verdiği imaj, ben zenginim, eşarbımın markası omurilik soğanımın yukarısında, beyincik hizamda, örtülü bir burjuvaziyim ve beni eşarbımın bu modelinden ayırdedebilirsiniz. Asıl önemsediğim şey hatlarımı gizlemek değil elbette. Öyle olsa boynumu gizlerdim. Asıl önemsediğim şey grubumun belli olması ve havalı görünmek.
Şimdilik bu kadar yeter.. Yeni modeller keşfettiğimizde, yahut hatırladığımızda elbette eklemelerde bulunma hakkımızı sabit tutuyoruz.. Bu yazıdan sonra hepinizin dışarı ilk çıkmanızda artık örtülülere bakışınızda bir kategorizasyona gideceğinize kalıbımı basarım:)
Metrobüs, otobüs, Murat Menteş bi de rektörler
06.12.2009 21:44
Okuluma gitmek üzere bindiğim metrobüste şoförün arkasındaki dörtlüden bir koltuğa oturdum. (koltuk çok lüks bir terim oldu farkındayım ama oturgaç demekten iyidir) Yanıma 25-35 (arası) bir erkek karşıma da 25 (evet evet tam 25inde duruyodu) yaşında bir kız oturdu. Yolculuk başlayınca çantamdan çıkardığım mealimi okumaya koyulmuştum ki karşımdaki kızla yanımdaki erkeğin hararetli konuşmaları hoş olmaya yerlere varmaya başlamıştı. Zira kız sürekli birilerinden bahsederek ağza alınmıycak (hep böyle söylenir ama almayan adamları da parmakla sayar hale geldik) küfürler etmeye başladı. Aslında küfürler değil, cinsel talep içeren aynı küfrü tekrarlayıp duruyordu. Kıza kötü kötü baktım, olmadı. Ofladım pufladım, olmadı. Adam da kızı hem teskin etmeye çalışıyo hem gaz veriyo. En sonunda bayanla yer değiştirebilir misiniz acaba dedi bana. Tabi dedim. Kız yanına geçti. Ve kaldığı yerden küfrettiği kişi ve tek tek aile bireyleri ile ilgili gelecek zamana dair cinsel taleplerini sürdürdü. Benimse elimde Kur’an. Biraz okuyorum. Kız coşuyo, duruyorum. Devam ediyorum, kız yine coşuyo. Sonra adam kıza o cümleyi söyledi. “Bak kız karşında ilahi okuyo. Sen onun karşısında küfrediyosun. Olur mu?!” İlahi mi? Kafamdan beyaz bir baloncuk yükseldi. Kız başlıyo “Ben onu ….” Ben başlıyorum “Şol ceenneetiin ırmaaklaarıı aakaar Allaaah deeyuu deeyuu” Kız devam ediyo “Onun anasını ….” Ben devam ediyorum “Seeevdiiim seni hep caaannlara caanaaan diye sevdiiim” “Onların sülalesini …” “Allaah Allaah Şükren lillaah zirken lillaah YA MEDED ALLAAAAAH!” Cidden komik olurdu. Metrobüse biner binmez ilahiye başlamak. Hem karşınızdakinin küfretmesini de engeller. İyi fikir aslında. Milletin bize bangır bangır metalika dinletirken iyi.
***
Bu sefer otobüsteyim. Karşımda iki adam. Ve konuşma şöyle: -Zeki Abi var ya -??! Yav Zeki Abi var ya! –Ayı Zeki!!?? –He!
* Şimdi bu adamlar dedikodu yapmış oldu mu olmadı mı?
* Dahası Ayı Zekinin ayı olduğundan haberi var mı, yoksa yıllardır kendini insan mı sanıyor? * Dahası babası oğlunun tüm hemşehrilerince “ayı” ayırdedici unsuru ile tanınacağını bilseydi yine oğlunun adını zeki koyar mıydı?
* Son olarak ayılar Zeki’ye şahsında oluşturulan bu isim sıfat birlikteliği dolayısıyla minnettarlar mı, yoksa onunla gurur mu duyuyorlar? (zekinin sıfat olduğunu sanarak elbette)
***
Otobüsteyim yine… Doğu şivesiyle konuşan bir şoförümüz ve muavinimiz var. Mecidiyeköy’de bir kişi kapıdan bir yerin otobüsünü soruyor. Şoför diyor ki “beş yüz es’e binceksin.” Adam anlamıyor. Ben eminim içinden “es ne ki lan” diyor. Şoför tekrarlıyor “beş yüz ese binceksin. Beşyüz ese” Adam kederli bir şekilde kapıdan uzaklaşıyor. Ve sanırım asla gelmeyecek “500 ES” otobüsünü beklemeye başlıyor… Ve ben merak ediyorum. Acaba şoförlere İngiliz alfabesi mi öğretiliyor?...
**
Can sıkıntısı.. Her gün saatlerinizi yollara verince garip gureba işlere bulaşıyorsunuz. Aslında bunların tek sorumlusu Murat Menteş! Evet daha fazla tutamayacağım isyanımı içimde! Benim ve tüm bu insanların otobüslerde, metrobüslerle, trenlerde, vapurlarda ve dahi bilumum toplu taşıma araçlarında kıyafetlerini tepeden tırnağa süzerek karşısındakine not vermesinin de, bön bön etrafa bakmasının da, bakıp bakıp göz kaçırmasının da, yanındakinin gastesini okumaya çalışmasının da, tanımadığı adamla bangır bangır siyaset yapmasının da, 5 dakka önce tanıdığı kadına ev adresini verip muhakkak bekliyorum, gel bi gün demesinin de ve daha nice saçma sapan hareketlerimizin sebebi hep aynı kişidir: Murat Menteş!!! O kadar birikimi yapmış ama ne fayda! 2-3 kitapla bıraktı bizleri. Al şimdi biz de kitap olmayınca böyle saçma sapan hareketler yapıp duruyoruz. Ben yeni bi şey olmadığından hâlâ otobüste yanımdaki adamın burnunu sıkmamı istemesini bekliyorum. Hayal gücümüze ket vurdu. Moronlara döndük. Gelelim çıkış noktamıza… Ben yine bi gün, böyle yapacak saçma bir iş düşünürken otobüsten araba markalarını saymaya başladım. Ve çok önemli bi bulguya ulaştım. Sayın Murat Menteş, bu bulgumu size armağan ediyorum, bakınız Türk gençliği ne hale geldi: İstanbul sokaklarında benim göremediğim süper lüks markalar hariç “tam” 26 marka otomobil dolaşıyor. (bu sayı bireysel araç markalarına ilişkindir. Minibüs, otobüs falan dahil değildir)
**
Son olarak Burhan Kuzu’ya şu son örtü mevzusuyla ilgili bir soru yöneltiliyor, açıklamaları sonrasında “Ama efendim, rektörler ayağa kalktı!” Kuzu ciddi, “Ayağa da kalksalar, amuda da kalksalar fark etmez!” Bunu duyunca kafamdan yine bir beyaz baloncuk çıktı benim. Rektörler bir zamanlar yerlerinde otururlardı. Sonra ayağa kalkmaya başladılar. Özgürlük yaklaştıkça, rektörlerin dikkat çekme çırpınışları arttı. Amuda kalkmaya başladılar. Birkaç gün bununla da gündemde kalmayı başardılar. Ama o da ne. Karşı taraf kanundu, anayasaydı durmuyordu, özgürlüğe doğru gidiyordu. Medya da bunları pek iplemez olmuştu ki yeni şovlar hazırladılar. İki rektör yan yana geliyor, biri Türkiye, diğeri laiktir diyor, üçüncüsü de laik kalacak derken zıplayıp onların omuzlarına basıyordu. Rektörler bu şekilde 16 rektörden oluşan bir kule oluşturmuşlardı. Zeminde 7 rektör vardı, tepede 1. Ve en tepedeki gür sesiyle basın açıklamasını okumaya koyuldu. Gel zaman git zaman siyasiler de ağırdan alıyo tabi, tadını çıkara çıkara (bizim de tadımızı kaçıra kaçıra) O da ne! Rektörler sirk kurmuş. Hayvanlı falan değil, yanlış anlaşılmasın. Tamamen kızların başındaki örtünün ne derece ciddi olduğunu anlatabilmek adına dikkat çekmek için kurulan bir şeydi bu. Ziyaretçileri yalnız basın mensuplarıydı. Rektörler önce ayağa kalkıyor, sonra amuda kalkıyor, sonra zıp zıp zıplıyor, envai hareketler yapıyor bir yandan da Tür-ki-ye-la-ik-tir- la-ik-ka-la-cak! diyorlardı.
Baloncuğu daha fazla ilerlemeden ellerimle dağıttım… Türkiye buraya kadar gitmez di mi?!
Bir erkeğin ölüm anları
06.12.2009 21:40
başlığımız aslında puf amcamızın ortaya çıkış zamanlarıyla eş zamanlı bir oluşumu ifade ediyor.
sanırım her erkeğin korkulu rüyası olan ortak cümleler vardır. bunların en en başta gelenlerinden biri de şu olsa gerek:
"sen beni artık sevmiyosun!!!" yahut "beni artık sevmiyo musun?"
kimi zaman bükük dudak eşlik eder bu soruya, kimi zaman kocaman açılmış ağlamaya hazır gözler.
fakat işte o an...
zannediyorum erkeğin şu an burada olmamayı ne çok isterdim dediği ender anlardan biridir. neresinden başlasanız anlatmaya...
bu aralar biraz kafam dağınık deseniz, yoğunum deseniz, maddi krizdeyiz onunla uğraşıyorum deseniz, ailevi sorunlarım var deseniz ya da yahu hiçbir sorunumuz yokken nerden çıktı deseniz kâr eder mi sanıyorsunuz?
asla!
kadın bu sorunun akabinde erkeğe göstererek yahut göstermeyerek muhakkak ağlayacaktır.
işte o zaman da..
erkeğin içindeki şu an burda olmamayı ne çok isterdim feryadı "en az" ikiye katlanır...
erkekler kadınların ağlamasını hiç sevmezler.
kadınlarsa ağlayarak elde edeceklerini yahut düzelteceklerini düşünürler.
erkekler artık sevmiyo musun sorusundan ne kadar nefret ederse,
kadınlar da garip bir şekilde bu soruda o kadar ısrar ederler.
kadına bu soruyu sordurtan her zaman, eskisi kadar doyurulmadığını düşündüğü kendi egoları değildir.
bazen de erkeklerin o meşhur elde etmenin (söz, nişan evlilik) sarhoşluğundan mütevellid ilgide ve paylaşımdaki müthiş düşüklüklerinden kaynaklanan incinmelerdir.
"sen beni artık eskisi kadar sevmiyor musun?" şu dünya üzerinde "zamanı en az tutturulan sorular" diye bi kategori olsaydı daima ilk sırada olacak olan sorudur!
kadın bu soruyu hemen hemen daima yanlış zamanda sorar. ve bu yanlış zamanların %60' belki 70'i, erken zamana tekabül etmektedir. sizce her şey yolunda gitmekte iken kadın tak diye bu soruyu soruverir.. bu sorunun soruluş anına kadar hiç böyle bir şey düşünmeyenlerin kimilerinin bu soru sorulduğu anda içlerinden bi sesin "artık evet" dediği de vâkidir bence :)
gece bir erkek rüyasında kız arkadaşının, nişanlısının, eşinin kendisine gözlerini kocaman açıp "sen beni artık eskisi kadar sevmiyosun" deyip üstüne bir de hüngür hüngür ağladığını görse bu rüyayı nasıl değerlendirir... ben cevaplayayım: KÂBUS!!
ağlamayı çıkarsak sadece söylediğini görse nasıl isimlendirir: yine KÂBUS!
işte ilk yazıdan beri hayallerimizde yaşattığımız ve bir gün var oluşunu dilediğimiz puf amca bu anda da ortaya çıkması gereken muhterem bir zâttır. ortaya çıkıp "kızım sen gel sen biraz konuşalım biz. bak evlâdım, bu cümlenin zamanını kim tutturmuş ki sen tutturasın. ya geç soruyorsunuz ya erken. sen bu soruyu sorunca bi yere ulaşamıyorsun ki.. şimdi adam sana evet desee, alçak adam, hain adam, beni kandırdın, benimle oynadın, neden daha önce bunu bana söylemedin diyeceksin. hayır desee, nereden çıkarıyorsun desee, onu da kabul etmeyecek ve ama artık eskisi kadar hediye almıyosun, gezdirmiyosun, konuşmuyosun diyeceksin. adam da biliyor ki ne dese kâr etmeyecek. doğurduğun tek şey iticilik olmasına rağmen neden bu soruyu fâsılalı olarak sormaya devam ediyorsun..." deyiverse fenâ mı olur...
bence de olmaz...
kadınların erkeklerden daha güçlü olması gereken bir dünyada yaşıyoruz. bu belki en çok benim içimi burkuyor. tüm bu yazılar da bunun eseridir...
Alt dudak bükmenin hikmeti
06.12.2009 21:39
Nereden başlayacağınızı bilemediğiniz yazılar vardır… Bu da onlardan biri sanırım… Bir kızla bir erkek sahil yolunda yürümektedir. Bir kadın ve bir adam bir sergidedir… Toy bir çift markettedir… Dememiz o ki gittiğiniz her yerde bir sürü çift vardır lakin diyaloglar hep aynıdır…
(Kız, kadın, bayan… aşağıdaki cümleler biter bitmez erkeğe bakar ve alt dudağını hafif büker)
-Ama ben her şeyimiz olsun, hiç bir şeyimiz eksik olmasın istiyorum.
-Ama ben bu şampuandan istemiyorum ki hayatım.. Niye hep bu şampuandan koymuşlar...
-Filin dişlerini çıkarmışlar.. (Alt dudak biraz daha bükülür) Filin dişlerini niye çıkarmışlar??
Mevzu uzar.. Önce sanat sergisindeki çiftten başlarsak.. Kızın cümlesine erkek ne diyebilir diye o kadar merak ediyor ki insan… “Filin dişlerini çıkarmışlar.. Filin dişlerini niye çıkarmışlar??” sorusuna ne cevap verilebilir… “Ben nerden bilebilirim… Sen sorasın diye.. Hayatım, sen aslında sarışınsın da makyajla boyayla falan kumral gibi görünüyosun gözüme..” bu cevaplardan yalnızca birkaçı…
Sorun kızın burada neden dudağını o kadar büktüğü ve sesini neden o kadar kırdığıdır…
Marketteki çifte bakalım:
“Niye hep bu şampuandan dizmişler, ben bundan istemiyorum ki” “Ya ben talimat verdim, n'apayım her zaman aldığın daha pahalıydı ben de çocuklar reyonları değiştirin dedim” mi demeli erkek burada.. Ya da ne demeli?! Bu sorunun cevabını erkek nereden bilebilir? Elbette bilemez.. Kız da bilir bilmediğini. Ama yine de sesini o tona alır ve dudağını hafif büker…
3. örneğimizse biraz daha değişik…
Kız yine aynı fotoğraftır.. Değişiklik sorunun değil isteğin uçukluğudur… Aldığı maaş belli bir insanla çıkıyorsan, sözlüysen, nişanlıysan her neyse ve “en kısa zamanda” evlenmek istiyosan elbette bunun sonuçları vardır. Ama kız sahildeki bir yürüyüş sırasında ses tellerini adını biraz sonra söyleyeceğimiz o tona alır, dudağını büker ve der ki: “Ama ben her şeyimiz olsun, hiçbir şeyimiz eksik olmasın istiyorum” (dudak bükülür)
Şimdi okuyan herkese bir ifşaatta bulunayım:
Dudak bükmek kadınların kaa-luu belaa’da bir ara erkeklerden ayrılarak toplandıkları bir sırada aldıkları bir karardır..
Bu karara göre kadın, kendini salak durumuna düşürmeyi her isteyişinde dudak bükecektir.
…Erkek okuyucuların gururu okşanmaya başlamadan devam edeyim…
Çünkü kadın, kendini salak durumuna düşürdüğünde erkeğe istediği çoğu şeyi yaptırabileceğini öğrenmiştir…
O ses tonu mu? O ise bir istek cümlesinde ise; bu konuda benim istediğim olacak, seni uyarıyorum (bunu nerden anlarsınız? Olmadığında kadının ani ve sert bir tepki verişinden elbette);
Bir soru cümlesinde ise; bak görüyo musun işte ben bu kadar salağım ses tonudur…
Ve tabi ki bu karar da kaaluu belada alınmıştır..
( Ben ve bi kaç arkadaşım kararlar sırasında itiraz ettiysek, yapmayın arkadaşlar bizi ne hallere düşüreceksiniz dediysek de dinletemedik )
Yaa….
İşte aslında tam o markette, o sahilde, o sergide puf amca gelmeli.. “dur ey kızım.. sen salak mısın? O zaman kendini neden salak durumuna düşürüyorsun..” demeli… Kız biraz düşünmeli.. Kendine gelmeye bir imkanı olmalı hiç değilse puf amca sayesinde…
Ama biliyoruz ki puf amca gelmeyecek, kadınlar bu durumdan memnun, erkekler daha memnun…
Eh bize de sadece orda burada bu mevzuyu gözlemleyip aktarmak kalıyor…
Kadınlar neden kapıyı vurup çıkamaz?
06.12.2009 21:37
Kapıyı vurup çıkma daima etkili ve havalı bir sahnedir. Allah uzak etsin hemen her evlilikte olur. Tartışma çıkar. Büyür, büyür. İşte o an, çekip giden kişi filmin başrol oyuncusu olacaktır. Ve bu daima erkek olur.
Neden kapıyı vurup çıkmak erkeğe has bir şeydir hiç düşündünüz mü?
Açıklıyorum…
Sahneyi kuruyoruz. Tartışma çıkıyor. Yakın planda birbirine bağırmalar. Veee.. Eveeet!! O an! Şimdi kadın kapıyı çarpıp çıkacak. Kafaya koyuyo. Odasına gidiyo. Çekmeceyi açıyo. Eşarplarının içinden ütüsüzlüğü en az belli edeni hızla, çekmeceyi darma dağın ederek buluyo. Saçını topluyo. Bonesini takıp, bağlıyo.. (bu arada sahne yavaş yavaş soğumaya, kapıyı çarpıp çıkmanın karizma değeri azalmaya başlıyo tabi) eşarbı katlıyo, tam orantılı gelmese de biraz orantılı gelmek zorunda tabii. Takıyo. Eh çok düzgün olmasa da biraz düzgün olması gerekir tabii. İğneleri arıyo. Teker teker düzelte düzelte iğnelemeye başlıyo. (sahne akıyo, dakikalar ilerliyo, karizma azalıyo) etek mi giyse pantolon mu. Pantolon daha rahat olur. Üstüne?? Hava nasıldır. Amaaan şimdi düşünemez. Üstündekiyle hole gidiyo, tuniğini sırtına geçiriyo…
Oooohoooo….
Eh artık zaten bi karizması kalmadı. O saate kadar erkek çoktan çıktı gitti. O yüzden kadınlar bu özelliklerini bildikleri için “ilk hamleyi yapma” başarısına odalarına giderek kapıyı kilitlemekte ulaşacaklarını umut ederler…
Neyse…
Erkek kapıyı çekip çıkan taraftır. Karizmayı bu konuda o sahiplenir ancak… yazık ki bu karizma da oldukça çizik bir karizmadır.
Neden mi?
Sahneyi başa sarıyoruz.. Tartışma, bağrışmalar, “o an”, erkek hızla kapıyı açar ceketini alırsa alır alamazsa onu da alamaz, kapıyı “gümm” diye çarpar gider. Vaayy!! Karizmaya bak. Fakat yazık ki erkek de bu karizma yapcam gazında anahtarlarını almayı unutmuştur.
Eninde sonunda döndüğü kürkçü dükkanına girecek. Ama nasıl girecek? Vee… Zili çalar. Eh zili çalarak girmek yaptığı karizmayı çipçizik hale getirip, darma duman etmeye yeter de artar bile…
********************************************************
Tartışmalarda kimse kazanmaz. Aksine herkes kaybeder. Dileğimiz Allah’ın herkesten uzak etmesidir elbette…
********************************************************
Banka sırasında beklersiniz… Ne yapacağınızdan, ne diyeceğinizden, ne kadar yatıracağınızdan…vs eminsinizdir. Ama siz tam bir yerde durmuş ya da oturmuş sıranızı beklerken, bu arada da hayat meşgalelerinize dalmışken illa aynı şey olur.
Kulağınıza memurun karşısındaki bir kişinin sizin konunuzla ilgili kelimeler geçen bi şeyler söylediği çalınır.
Dahası o kişi bu konuşma üzerine sinirli yahut üzgün bir şekilde elindeki sıra kağıdını buruşturur. Çıkar, gider.
Haydaaa…
Konuşmayı tam duyamamışsınızdır. Sıranıza bakarsınız. Ohooo… 1 saate ancak gelir…
Ve en kötüsü de memur artık sinirlidir…
Ne yapacağınızı bilemezsiniz… Gidip sormazsanız içiniz içinizi yer, sorarsanız memur sizi yer… Bu durumda ne yapacağınızı bilemezsiniz…
Çok kötü, gerçekten çok kötü bir durumdur. Bundan sonra gözleriniz kocaman açılmış, kulaklarınız dikilmiş olarak memurun önündekilerle konuşmasını dinlemeye başlarsınız. Nafile…
Genelde bu durumda çok cesur bi tip değilseniz paşa paşa, içinizi kurtlar kemire kemire sıranızı beklersiniz ki… Sonucunda sıra size geldiğinde tüm endişelerin yersiz olduğunu gördüğünüzde yaşadığınız stres yüzünden sevinemezsiniz bile…
Oysaki tüm bunları sadece bir banka işlemi kuyruğunda yaşamışsınızdır. Biz erken yaşlanmayalım da kim yaşlansın…Değil mi efendim…
Nişanlı kapkaççısı
06.12.2009 21:35
Aşağıda anlatılanlar kurgu değil, bizzat gerçek(leşmiş) olaylardır.
Nişanlılar, nişanlı olduklarını daima belli etmek zorundalar mıdır hep merak etmişimdir. Yani bir yerlerde bi yemin mi ettiriliyor bunlara. Her imkan ve şeraitte nişanlılığımı belli edeceğime and içerim gibisinden.
Metrodan çıkış turnikeleri vardır. Oldukça dardır. Tek kişi bile öyle rahatça geçilmez. Gelin görün ki nişanlıları ise şöyle görürsünüz:
El ele turnikeye kadar giderler. İnançlıdırlar. Bu güne kadar önlerine çıkan tüm engelleri ellerini birbirinden ayırmadan aşmayı başarabilmişlerdir. Ve şimdi.. Bu sınavı da başarıyla geçeceklerdir.
Dediğimiz gibi turnikeden iki kişi yan yana geçememektedir. Eller ise birbirine ameliyatla dikilmiş olduğundan ayrılamamaktadır. Biri geçer, ama eli geride kalır. Ötekininse diğer tarafa yalnız eli geçmiştir. O da geçer ve oh, bir turnike sınavını daha başarıyla atlatmışlardır.
Geriye;
"kalabalık otobüslere de elleri ayırmadan binmek, akbili artık nasıl becerilirse eller ayrılmadan basmak, eller ayrılmadan otobüste ilerlemek, eller ayrılmadan inmek, vapura binişte iki kişi tam sığamasa da sıkışarak da olsa el ele binmek, el ele inmek, yolda yürürken çanta kapkaççısı gibi bir de “nişanlı kapkaççısı” varmışçasına kolundan sımsıkı tutarak yürümek, cafelerde milleti rahatsız etmek…"
kalmıştır…
Nişanlılar toplumun sınavlarıdır. Sabır sınavları.
Çok merak edersiniz, yoksa nişanlılık aslında elleri birbirine diktirme ameliyatının diğer adı da bunu herkes gözü korkmasın diye ancak nişanlanınca mı öğreniyor…
Puf amca!
06.12.2009 21:34Bir sohbete…
Bir kızla bir erkek sohbet etmektedirler… Daha doğrusu dışarıdan bakınca bir monolog gerçekleşmektedir yalnız iki taraf da dialog sanıyordur…
Kız anlatır… Anlatır… Anlatır… Sonra der ki:
-Ay ben çok mu konuştum.
Erkek nazik.
-Yok lütfen devam et.
Kız konuşur… Konuşur… Konuşur… Sonra der ki:
-Ay hep ben mi konuşuyorum.
-Yoo, ben memnunum. Devam et.
Kız devam eder… Devam eder… Devam eder…
-Ya ben aslında geveze değilimdir. Normalde bu kadar konuşmam.
-Yoo, kadın gevezedir. Bunu reddetmemiz saçma. Bunu olduğu gibi kabul etmeliyiz.
-Ama, ama ben geveze değilim ki… Olmadığım bi şey olmak istemiyorum…
-Yoo, geveze olsan ne olacak ki.
-Ama, ama değilim ki… Kız kızar. Sinirlenir. Ben geveze değilim der kendi kendine sinirli bir şekilde.
İşte tam burada birisi çıkmalı beyazlar içinde. “Puf!” diye belirmeli ve demeli ki: “Kızım, gevezelik yapanlara geveze denir. Yapmayanlara da denmez… Sen bi bak bakalım neymişin.”
Aslında bu “Puf” amca Hızır as. gibi sürekli faaliyet halinde olmalı yeryüzünde ve gevezelik yapan kadınları geveze olmadıkları gibi bir yanılgıya kapılmak üzereyken durdurmalı. Böylece kadınlar geveze olduklarını bilmeli ve kimileri de bunu değiştirdikçe dünya biraz daha kafasını dinlemeli…
“Puf” Amca… Seni çağırıyoruz… Tüm kalbimizle…
*******************************************
Bir grup kız bir alış-veriş caddesinde yürümektedir. Biri der ki
- Parlak pantolon da istiyorum.
Diğeri der ki
– Müzeyyen de öyle dedi. Sonra evlendi.
Kadınların vaktinin gelişi ne de güzel belli ediyor kendini.
İsrail... Bir varmış, bir yokmuş.
06.12.2009 21:28
“Bundan uzun yıllar önce Filistin ve civarında Yahudiler yaşarmış. Milattan sonra 1. yüzyılda dönemin en büyük siyâsi gücü olan Romalıların müdahalesiyle Yahudilerin Filistin’deki varlıkları sona ermiş. Çünkü Roma İmparatorluğu çıkardıkları isyanlardan sonra bütün Yahudilere sürgün cezası vermiş. Akdeniz civarındaki çeşitli ülkelere yayılan Yahudiler bulundukları yerlerde azınlık olarak yaşamaya başlamışlar. Bu nedenle 20. yüzyıla kadar Yahudilerin bir devleti olmamış. Derken dünyanın dört bir yanındaki Yahudileri Filistin’de toplamak suretiyle Yahudi Devleti kurmayı hedefleyen bir hareket kurulmuş. Kudüs’ün yanındaki Siyon Dağından adını alan bu hareketin adı: Siyonizm’miş. Çeşitli kişiler tarafından dile getirilmekte olan Siyonizm düşüncesini siyasi bir harekete dönüştüren ise Theodor Herzl adlı Avusturyalı genç bir Yahudi Gazeteci imiş.
Herzl 1898 yılında İsviçre’nin Basel kentinde 1. Siyonist Kongreyi toplamış. Ve burada Dünya Siyonist Örgütü kurulmuş. Örgütün iki büyük hedefi varmış:
1) Filistin’i Yahudi yerleşimi için uygun bir hale getirmek.
2) Dünyanın dört bir yanındaki Yahudileri Filistin’e göç ettirmek.
Filistin’de yeterli bir nüfus çoğunluğuna ulaştığını düşünen Siyonistler, kurmayı planladıkları devletlerini kurmak için arazi satın almak üzere Ulu Hakan Abdulhamit Han’a milyonlarca altın teklif etmişler. Mali olarak zor durumda olduğu için bu tekliflerini kabul ettireceklerine dair tam bir inançla huzura çıkan Yahudiler, Abdulhamit Han’dan: “Herzl’e söyleyin bir daha karşıma böyle önerilerle gelmesin. Filistin benim şahsi mülkiyetim değildir, Filistin İslâm aleminin bir parçasıdır.” cevabını almışlar.
Bunun üzerine 1. Dünya Savaşı çıkarılmış ve Filistin toprakları Osmanlı Devleti’nin elinden alınmış. Ancak ikinci hedef olan, Yahudilerin Filistin’e göç etmesi meselesinde sorun çıkmış. Çünkü Avrupa Yahudileri Siyonizm’in göç projesine sırt çevirmişler. Yıllarca dışlanmış bir şekilde yaşayan ve kapalı bir toplum özelliği gösteren Yahudiler, Avrupa ülkelerinde diğer toplumlarla aynı hakları paylaştıkları, yani insan yerine kondukları için rahatlarından vazgeçememişler. Asimilasyona uğrayan bu Yahudileri diplomatik girişimler ikna edemeyince asimilasyona düşen Siyonistler Antisemitizm’e sarılmışlar.
“Bütün antisemitler bizim en yakın dostlarımızdır.” diyen Herzl “Ülkelerindeki Yahudileri göçe zorlamak için Rus Çarıyla, Alman Kayzeriyle, Avusturyalılarla ve Fransızlarla görüşeceğini açıklamış. Almanya’daki Nazi hareketi başta olmak üzere antisemit akımlar desteklenmiş. Siyonist bir yazar, Hitler’in Filistin’e heykelini dikmekten bile bahsetmiş. Siyonistler ve Nazilerin işbirliği ile Filistin’e göç etmeyen Yahudilere uygulanan baskılar daha sonradan Siyonistler tarafından soykırım olarak adlandırılıp koz olarak kullanılmaya başlanmış.
Siyonist Kongre’de 1948 yılında İsrail’i 1998’de Nil’den Fırat’a Büyük İsrail’i kurmayı hedefleyen Siyonistler ikinci hedeflerini gerçekleştirmek için terörü devlet politikası olarak benimseyerek Filistin’deki işgali sürekli genişletmişler. Yahudi olmayanları insan dahi saymadıkları için hedefleri uğruna her türlü zulmü meşru görmüşler. Bütün askerî ve teknolojik güçlerine rağmen Siyonistlerin ikinci hedefi gerçekleşememiş. Çünkü onların planları olduğu gibi Allah’ın da bir planı varmış. Terör, katliam, işkence üzerine kurulan devletin ömrü uzun olmamış. Bir cennet vaadine kanıp göçtükleri Filistin’de yaşadıkları her gün kendilerine zehir olan Yahudiler Filistin’i terk etmeye başlamışlar. Geride kalanlar da zaten bunalım ve depresyon içindeymişler. Bu iflaslarını gizlemek için İsrail’in 60. kuruluş yıldönümlerini kutlamışlar. Ancak bu, onların son kutlamalarıymış. Allah Müslümanlar eliyle İsrail’in belâsını vermiş. Filistinli Müslümanlar yurtlarında kıyamete değin mutlu mutlu yaşamışlar. Siyonizm dünyadaki bütün sıkıntıların kaynağı olduğu için dünya da rahat bir nefes almış.