Yazı arşivi
Erdoğan-Bush restleşmesi
06.12.2009 22:10
Erdoğan ve bush her ne kadar kanka olsalar da bu günlerde perde arkasından bir restleşme var aralarında. Aralarından kara kediler mi geçti ne? İşte perde arkasından cereyan eden restleşmenin içeriği:
- BUSH:tayip kankam, hayrola, noluyoruz, tezkere merkere?
- ERDOĞAN:Bitti artık kankalık, dabulyu buss. Sen kalk hem kankanı ‘soykırımcı’ ilan et, bi de ‘hayrola kankam’ de. Öküz öldü ortaklık bitti. Hem benim adım tayip değil ‘tayyip’ anladın mı, demode kanka.nıhahahahaa.
- BUSH:Aaa tayip şaşırtıyorsun beni. Bu ne ‘islamcı’ ne ‘milli görüşçü’ refleks böyle. Biz sana ‘ex islamcı’ demiştik, kanka bilmiştik seni. Hani çıkartmıştın o eski gömleği.
- ERDOĞAN: Nıhahahaha.ilahi dabulyu bush. Bi de makyavalizmin ve pragmatizmin ana yurdunda yaşayan Amerikalı olacan be. Politikada asla gerçek bir kankalık yoktur, bunu en iyi siz Amerikalıların bilmesi lazım oysaki, demode kanka ne olacak nıhahahahaa.
- Sonra istediğim gömleği giyerim istediğim gömleği çıkarırım, sana mı soracam be, siyaset bu dabulyu bush. Eski kankandan siyaset öğren biraz siyaset nıhahahahaa.
- BUSH:Pekala tayip, unutma son gülen iyi gülermiş. Ben sana gösteririm şimdi nıhahaha’yı. Söyle bakıyım dabulyu tayip senin atom bomban var mı ha? Nıhahahahaa. Ana yurtlarının özlemi ile yanan yunanlı dindaşlarımızı unuttunuz galiba, nıhahahaa.
- Sonra ibni sabbahı bilirsin dimi? Şu Selçukluyu tarumar eden adamı ve fedailerini. Ben de senin sabbahın olucam, peşmergeler de fedailerim nıhahahahaa.
- Sonra arap aşiretleri zaten emrimde, vazgeç bu sevdadan, üçüncü dünya savaşı kopacak, atom bombalarım üzerinizde patlayacak dabulyu tayip nıhahahahaaaa.
- Ha unutmadan, öyle zırt pırt gömlek değiştirirken sonra çırılçıplak kalmayasın ortalıkta, eski kankam demişti dersin ama ne derdiniz siz ‘geçti dallasın pazarı sür eşeğini niğdeye’ nıhahahahaaa.
- ERDOĞAN:Sen bizi yalnız mı sandın demode kanka. Benim artık yeni bir kankam var; ahmedinejad! nıhahahaa. Halis muhlis ibni sabbahın torunu, kusura bakma ama o da senin ‘sabbahın’ olacak nıhahaha.
- Sonra ‘hocamızın d-8’i’ni unuttun galiba. Artı atom bombaları olan Rusya ve çin bizim ‘derin müttefiklerimiz’ söylemedi deme nıhahahaa. Çin atom bombaları da sizin üzerinizde patlayınca sen de eski kankam demişti derdin velakin –ata sözümüzü de iyi belle dabulyu bush- bende sana derim; geçti borun pazarı sür eşeğini nideye, nıhahahaha.
- BUSH: Bana bak dabulyu tayip, kafamın tasını attırıyorsun ama. Ben dünyanın süper devletinin başkanıyım, dünyanın güvenliği bizden sorulur, dünyanın jandarmasıyız bizzz.
- ERDOĞAN: Yok ya şimdi tırstım işte nıhahaha. Bana bak dabulyu bush sende şunu iyi belle; biz de bir zamanlar dünyaya hükmetmiş bir neslin torunlarıyız, sen de benim kafamın tasını attırma. Sonra sen yüzde kaç oy aldın birader. Karşında %47 oyla ikinci defa seçilmiş bir adam var, sen oy oranın itibariyle benim muhatabım bile olamazsın. Gelecek dönem seçilemeyeceğin de zaten kesin. Sen iyisimi bahçendeki çiçekleri sula eski kanka nıhahahaaa.
Gaz maskenizi nasıl alırsınız?
06.12.2009 22:09
Nereye gidiyor bu memleket, etrafımızda neler oluyor, Irak'ta akan kan neden durmuyor, Irak'ın kuzeyinde neler oluyor?
Türkiye cehennemî bir savaş ortamına sürüklenirken, büyük ülkeler ‘erkekleri’ konuşurken biz hala ‘kadınları’ konuşuyoruz.
Anka kuşunun Kaf dağından getirdiği haberlere bakılırsa Irak'ın kuzeyinde ‘şeytanlar cirit atmakta’.
Peşmergelerin elinde abd silahları, abd topları, abd tankları şimdi de abd’nin nükleer başlıklı özgürlükçü füzeleri!
Görünen o ki abd İran’a ‘demokrasi ve özgürlük’ götürürken ‘demokrat ve özgürlükçü peşmergeler’ de olacak abd’nin ‘özgürlük savaşçıları’ arasında.
Zaten dabulyu bush'a acayip gıcık olan Ahmedinecat çekmiş restini;
"Abd askerlerine karadan, havadan, denizden hatta yerin altından bile olsa ‘yol verenleri’ ‘büyük şeytanın’ müttefiki kabul eder ve onlara da gönderirim nükleer başlıklı şeriat füzelerimden!"
Dabulyu bush hemen misillemede bulunmuş bu tehdide; "Endişeye mahal yoktur. Bizim patriyotlar onun şeriat füzelerini havada iken kıskıvrak yakalar imha eder."
Tabi dabulyu busuh’un tuzu kuru... Şeriat füzeleri ile patriyotlar kendi ülkesinin üzerinde oynamayacak tavşan kaç tazı tut oyununu. Ya nerde oynayacaklar, ‘anayasa başörtülü mü olsun başı açık mı, üniversitede kızlar peruk kullanabilir mi kullanamaz mı’ gibi hayati meseleleri tartışan biz Türklerin tepesinde!
Sonra dabulyu bush’un patriyotları Ahmedinecat’ın nükleer başlıklı şeriat füzelerini havada yakalasa ne olur yakalamasa ne olur? İki durumda da nükleer bombalar ‘tepemizin üstünde’ patlamayacak mı?
O zaman da bizim gündemimiz şu olur her halde: gaz maskelerimiz başı açık mı olsun başörtülü mü?!
Şeriatçılar başörtülü maske kullanır, laikler başı açık!
Tabi şeriatçılar avantajlı olurlar; nükleer etkiden saçlarını da korumuş olacaklar.
Laikler başı açık maskede ısrar edince kısa sürede kelaynak gibi çıkarlar.
Ama yine de örtmezler başlarını: ‘ başımız kel olsa da açık olacak, başımız açık doğduk başımız açık öleceğiz’!
Uyan da balığa gidelim!
06.12.2009 22:08
Şoförler kralı, mahallenin istikbalinden endişelidir. Zaten aşağı mahalleden olan son muhtardan acayip gıcık kapmaktadır. Mahallenin nüfus sahibi diğer iki arkadaşı kaptanlar kralı ve pilotlar kralını acilen toplantıya çağırır;
-ŞOFÖRLER KRALI: Mahallemizin istikbalinin teminatı dava arkadaşlarım; biriniz denizlerde biriniz gök kubbede mahallemizin menfaati için durmaksızın çalışırken son zamanlarda mahallemizin maruz kaldığı tehdit ve baskı gözünüzden kaçıyor galiba. Malumunuz mahallemiz tek olsa da bir aşağısı bir de yukarısı var. Muhtarımız hep yukardan olurdu velâkin son seçimde mahallelimiz anlaşılmaz bir şekilde aşağıdan birini muhtar yaptı, üstelik azalar da aşağıdan.
-KAPTANLAR KRALI: Ya malumunuz ben beş aydır uzağım mahalleden. Ama her ne kadar muhtar aşağı mahalleden olsa da tıngır mıngır idare ediyordu mahalleyi. Ne baskısı bu anlayamadım.
-ŞOFÖRLER KRALI: Mahalle baskısı mahalle. Aşağı mahallenin erkekleri yukarı mahallenin erkeklerine; ‘artık bıyık koyacaksınız lean, anladınız mı’ havalarına girmişler. Kadınları da ‘bundan sonra havuza bikini ile gelmek yok, şeriat mayosu(!) giyceksiniz şekerim’ demişler. Bu gidişe acilen dur demeliyiz!
-PİLOTLAR KRALI: Ya panik yapma paşam. Benim yukardan gözlemleye- bildiğim kadarıyla mahallede her şey normal gibi; aşağı mahallenin çocukları ile bizimkiler top oynuyorlar, saklambaç oynuyorlar. Hatta bizim mahalleden bir delikanlı aşağıdan bir kıza âşık olmuş, ara sıra çıkıyorlar bile.
-KAPTANLAR KRALI: Bence de anormal bir durum yok gibi. Gelirken aşağı mahalleden geçtim, üç beş tane delikanlı beni görünce ‘wauuwww, denizler kralı, well come’ diyerek karşıladılar beni. Ben bunlar İngilizce'ye gavurca diye karşı çıkarlar biliyordum ama hiç de öyle değilmiş.
-ŞOFÖRLER KRALI: Biriniz çoğunlukla denizde, diğeriniz de çoğunlukla havada. Yani ikinizin de ayakları yere basmıyor. Ya görmüyor musunuz, ramazan davulcusu bile aşağı mahalleden.!
-KAPTANLAR KRALI: İyi de paşam, ramazan davulcusu zaten hep aşağı mahalleden olurdu.
-ŞOFÖRLER KRALI: Tamam öyle olurdu da, işte mesele burada. Önceden gelir miydi davulcu yukarıya? Gelmezdi. Ama şimdi gümbür gümbür inletiyor bizim mahalleyi. Düpedüz mahalle baskısı bu.! Hatta davulu çalmaya tam benim pencerenin önünden başlıyor. GÜM dedi miydi ya, top patladı, savaş çıktı zannediyorum.
-KAPTANLAR KRALI: Paşam sen de söyleyiver senin pencerenin önüne gelince çalmasın.
-ŞOFÖRLER KRALI: Mümkünatı yok efendim, ben aşağı mahalleden biri ile muhatap olamam. Bakın zatı âlilerinizi tekraren uyarıyorum: yakında kadınlarımız haşema giyer, gençlerimiz bıyık bırakırsa şaşmayın.
-PİLOTLAR KRALI: Paşam ne var bunda bu kadar büyütecek; ha bikini ha haşema. Sonuçta ikisi de mayo değil mi?
-KAPTANLAR KRALI: Bence de paşam no problem. Hem ben birinde denizde jilet bulamamıştım. Anlayacağın sakal biraz uzamıştı. Aynaya bir baktım, baya yakışmış, hani baya karizmatik olmuşum. Yani acaba bıraksam mı diye düşünmedim değil.
-ŞOFÖRLER KRALI: Vay anasını be! Mahalle baskısı memleket baskısı olmuş da haberimiz yok!
Şu şehr-i Ramazan niye durmaz yerinde?
06.12.2009 22:05
Kindi’nin aklı takılmıştır ramazan ayının her yıl on gün erken gelmesine. Kendi kendine düşünür taşınır, bir cevap bulamayınca dostu feylesof Rindi’ye sormaya karar verir.
— KİNDİ: Es selamü aleyke Rindi dostum. Kafama bir mevzu takıldı, çıkamadım işin içinden. Dedim en iyisimi Rindi kardeşime bir sual edeyim, himmet etsin bana.
— RİNDİ: Ve aleykes selam Kindi dostum. Yalnız peşinen söyleyeyim yine bir havuz problemi ise mevzu, ya aşağıdaki muslukları kapat havuz dolup taşsın, ya da yukarıdakileri kapat havuz tamamen boşalsın. Bu havuz problemlerini hazırlayanlar var ya psikopat bunlar psikopat…
— KİNDİ: Yok be abi havuz problemi mi, neuzubillaaah, tövbe ettim. Namerdim bir daha bulaşırsam. Bu defa mevzu zamansal. Sorun şu: Ramazan ayı niye her yıl on gün erken geliyor da durduğu yerde durmuyor?
— RİNDİ: Hah şöyle, işte tem felsefi bir sorun. Yani var ya seksen yılda bir adam gibi bir mevzu takılmış kafana. Bak izah edeyim dostum. Aslında ramazan durduğu yerde duruyor. Sana öyle geliyor.
— KİNDİ: Nasıl yani abi, ne demek istiyon şimdi sen. Tamam matematiğim birazcık zayıf olabilir de…
— RİNDİ: Estaafirullah Kindi kardeşim. Ben öyle demek istemedim, hele bir dinle. Bak sen hangi takvimi kullanıyorsun, tabiî ki de miladi takvim. Oysa hicri takvim kullansaydın ramazan durduğu yerde duracaktı. Git evindeki miladi takvimi indir yerine hicri takvim as, bak bakalım ramazan gene on gün önce mi gelecek? Aslında ramazan durduğu yerde duruyor da senin kullandığın takvim oynak! Bak mesela evine çin takvimi asarsan bu defada ramazan on gün sonra falan gelmeye başlayabilir. Arapların böyle bir sorunu yok, onların ramazanı hep ramazan ayında gelir. Ne önce ne de sonra. Anladın mı dostum?
— KİNDİ: ALLAH ALLAAH demek mesele bu kadar basit.!?
— RİNDİ: Evet dostum mevzu hem çok basit, hem de çok karmaşık. Mesela sen 60 kilosun öyle değil mi? Hâlbuki bu senin dünyadaki kilon. Al elektronik kantarını eline, var bakalım aya. Koy kantarı çık üstüne. Söyle bakalım ibre kaçı gösterecek.
— KİNDİ: Ya ne bileyim, yolculuk uzun sürerse belki bir iki kilo zayıflarım. En kötü ihtimalle ibre 58’i gösterir.
— RİNDİ: Nah gösterir 58’i. Senin aydaki ağırlığın 6 kg.dan ibaret olacaktır. Sen 60 kilonun gerçek ağırlığın olduğunu mu zannediyorsun? Yer çekimi diye bir şey var kardeşim. Bak mesela ne bileyim terazini alıp gitsen Mars’a, çıksan terazinin üstüne Mars’ta belki de ibre bu defa 600’ü gösterecek. Yani senin kilon bile gerçek değil, kilon…
— KİNDİ: Ne diyorsun sen abi ya!?
— RİNDİ: Ah, iş ramazandan ve kilondan ibaret olsaydı. Asıl sen gerçek misin sen! Biliyorum içinden bu kesin kafayı yemiş diye düşünüyorsun. Ama bir düşün bakalım. Yatıyorsun yatağına, mışıl mışıl uyuyorsun ve tabi bu arada rüya görüyorsun. Rüyanda yiyorsun, içiyorsun, gülüyorsun, ağlıyorsun. Rüyanda iken bütün bu duygusal ve dahi tensel olguları yaşıyorsun ve hissediyorsun. Ama rüya âlemimde yaşadığının farkında bile olmuyorsun. Ancak uyanıp da yatakta olduğunu fark edince rüya imiş diyorsun. Şimdi söyle bakalım; ya gerçek bedenlerimiz bir başka âlemde uykuda ise ve biz şu anda rüya âleminde yaşıyorsak. Evet kindi dostum belki de ölüm bizim bu rüyadan uyanışımız olacaktır. Yani şu anda yaşadığımız her şey bir rüyadan ibarettir!
— KİNDİ: Tamaaaaam şimdi sorun kökten halloldu. Demek ki hiçbir şey gerçek değil, her şey rüyadan ibaret. Nesnel bir gerçeklik yoktur, insan her şeyin ölçüsüdür.
— RİNDİ: Hop hop Kindi dostum kendine gel. Çimcikle kendini. Bunlar felsefi spekülasyonlar, bu kadar kaptırma kendini yaa. Yani var ya tam bir sofist oldun çıktın mübarek. Allah Allah. La ilahe illallah.
Postmodern mehdi
06.12.2009 22:00
Mehdi inancı semavi dinlerde olduğu gibi hemen bütün dinsel geleneklerde de yer alan kadim bir inanıştır. Tanımlanan ve tasavvur olunan mehdinin özellikleri, zuhur zamanı ve zuhur keyfiyeti de enteresan bir tarzda hemen hemen aynı şekilde örtüşmektedir.
Mecusilikte SAOŞYANT, hinduizmde KALKİ, budizmde MAİTRAYA, sabiîlikte PRAŞAİ SİVA, şintoizmde MİROKO, Yahudilikte MEŞİHA, Hıristiyanlıkta MESİH, İslamiyette MEHDİ olarak tesmiye edilen kurtarıcı ahir zamanda gelecek, kötülüğe karşı savaş ilan edecek ve ondan kısa bir süre sonra da kıyamet kopacaktır.
Mezkur geleneksel mehdi tasavvuru ülkemizde ak parti geneli ve Erdoğan özelinde Postmodern bir keyfiyete bürünmüştür. Nasıl mı? İzah edelim: Bilindiği gibi ak parti Milli Görüş mefkûresinden sarfı nazar eden, Milli Görüş’ün etkili ve dahi lider kadrosu olarak görülen bir ekip tarafından kurulmuştur. Ancak bu sarfı nazarın mahiyeti ve samimiyeti dost düşman herkese gerçekte meçhuldür. Bunun nedeni de bu sarfı nazarın dost düşman herkesçe ‘konjöktürel şartların bir dayatması’ olarak gerçekleştiği kabulüdür.
Ak partinin kurucu erki ilk zamanlar kendilerini yenilikçi-reformist olarak nitelerken (ki revizyona uğramış olsa da Milli Görüşçü kimlik korunmaktadır) bu gün artık Milli Görüş mefkûresi ile hiçbir bağlarının kalmadığını, tabiri caizse eski düşüncelerinden ‘tornistan ettiklerini’ ısrarla dile getirmektedirler.
Milli Görüş mefkuresinin efsanevi lideri Erbakan Hoca da ‘eski talebeleri’ hakkında aynı mihverde açıklama yapmakta, kendine has üslubuyla eski talebelerini metamorfoz –başkalaşım-ile nitelemektedir.
Gel gelelim ak parti sempatizanlarının büyük çoğunluğu (özellikle Milli Görüş kökenli ak parti seçmeni) ve aynı şekilde ak partinin anti sempatizanları (özellikle militarist sol görüşlü kitle) ne Erbakan’ın ‘artık bizden değiller’ demesine, ne de Erdoğan’ın ‘artık onlardan değiliz’ demesine inanmamaktadırlar.
Her iki kesime göre de Erdoğan ve ekibi gerçek niyetlerini gizlemekte, yani takiyye yapmaktadırlar.
Erdoğan, militarist sol kitlenin karabasanı olmuştur.Onlara göre ‘Erdoğan ve ekibi bütün bürokrasiyi ele geçirince rejimi yıkıp yerine şeriat getirecektir.’
Militarist solun bu korkusu ve bu korkuya odaklı siyaseti, ak partinin oyunu artırdığı gibi seçmenin büyük çoğunluğunun Erdoğan ve ekibine duydukları inancın kuvvetlenmesine hizmet etmiştir.
Böylece militarist sol kitlenin karabasanı olan Erdoğan, ak parti seçmeninin büyük çoğunluğunun POSTMODERN MEHDİSİ olmuştur: Bürokrasiyi tam olarak ele geçirdik mi şeriat ilan edeceğiz.’
Erdoğan ve ekibine duyulan ÜMİT ve KORKUNUN haklı olup olmadığını zaman gösterecek.
Milletin ya gerçekten mehdisi olacak ya da karabasanı.
Ya da aynı tas aynı hamam devam edecek.
Yani: çıkıp milletin karşısına:
‘Ya hu kardeşim söyleye söyleye dilimizde tüy bitti. Bizim ideolojik kutuplaşmalarla işimiz yok. Biz liberal demokrat bir çizgideyiz. Cennetle cehennemle işimiz yok:
EL MENZİLE BEYNEL MENZİLETEYN.
Bir komplo teorisi denemesi
06.12.2009 21:59
Tarih 29 Şubat 1901,prof NECO üç has talebesi (RECO, GÜLO, BÜLO) ile gizli bir toplantı tertip etmiştir. Bu toplantıda şeriat ahdinde bulunmuşlar ve aralarında şöyle bir diyalog vuku bulmuştur:
—NECO: hoş geldiniz benim pek muhterem dava arkadaşlarım. Bu gün pek mühim bir mevzu hakkında bilgi vereceğim sizlere. Artık bir strateji değişikliğine gidiyoruz. Sizler bu strateji doğrultusunda mahir siyasetçiler olarak siyaset yapıp başarıya eriştiğiniz vakit Allah’ın izni ile memleketimizde adil düzeeen kurulacaktıııır. En öz şekliyle yeni stratejimizin ifadesi şudur: karamanın koyunu sonra çıkar oyunu.
—RECO: affedersiniz muhterem hocam. Biz sizden şimdiye kadar hiç böyle bir şey duymadık. Delikanlılık kitabına uyar mı böyle oyun moyun. Hem biz millet nezdinde Kasımpaşa delikanlısıyız. Yani bu iş biraz racona ters gibi geliyor.
—GÜLO: bir dakika reco kardeşim. Önce hocamızı bir dinleyelim. Buyurun muhterem hocam siz devam buyurunuz.
—NECO: ah reco ben senin bu Kasımpaşalılığını sevdim zaten ve eminim ki aziz milletimiz de sevecek senin bu Kasımpaşalılığını, dayı dayı yürüyüşünü.
Pek muhterem arkadaşlarım işin aslı şu: yıllardır hep beraber yılmadan mücadele veriyoruz. Ama görüyoruz ki ülkemizdeki masonlar, işbirlikçiler bizim iktidarımıza müsaade etmiyorlar. Öyle ise ne yapacağız: savaş hiledir ilkesi gereği biz de bu işbirlikçileri kendi silahları ile vuracağız.
—BÜLO: kastettiğiniz bir imaj ve söylem değişikliği midir yoksa hocam. Ben de tam böyle bir söylem değişikliğinin gereğini düşünüyordum zaten.
—NECO: kaldır ayağını bülo üzerine bastın. Ama işin can alıcı noktası şurası ki bu imaj değişikliğine siz gideceksiniz. İsyan edeceksiniz bana ve milli görüşe!
—RECO: estağfurullah hocam ne haddimize.
—GÜLO: ya bi Dakka be reco kardeşim. Anladık Kasımpaşa delikanlısısın.
—NECO: evet gülo bu hareketi sen başlatacaksın. Sizler özünüzde milli görüş idealini hep barındıracaksınız. Ama yeni imajınız liberal demokrat olacak. Ve tabi muhafazakâr. Böylece her kesimden oy alacaksınız ve büyük bir çoğunlukla iktidara geleceksiniz. Sen reco bu hareketin lideri sen olacaksın. Sen bu milletin Posmodern mehdisi olacaksın. Fakat kesinlikle unutmayın bütün bürokrasiyi ele geçirmeden asla gerçek kimliğinizi ortaya koymayacaksınız.
Muhafazakâr halkımız sizin özünüzü bildiği için sizi destekleyecek, liberal demokrat kesimden de oy alacaksınız.
Bana gelince ben sizlere serbest bir siyaset alanı açılması adına sizlere olmadık ithamlarda bulunacağım: Yahudi uşakları, bizansın çocukları diyeceğim sizlere. Her şey adil düzen için.
—RECO: şimdi anladık meseleyi. Bu ali cengiz oyununu öyle bir oynayacağız ki hocam siz bile inanacaksınız bizim değiştiğimize. Delikanlıca oynatacağız bu oyunu.
—NECO: sen bülo, sen bu yeni hareketin özünde değişmediğinin teminatı olacaksın. Sen bu yeni harekette benim temsilcim olacaksın. Senin bu hareketin içinde bulunman milletimizin reco ve gülo kardeşlerimize duydukları güveni pekiştirecek. Reco ve gülonun en büyük destekçisi sen olacaksın.
Şimdi arkadaşlar son olarak şu üç hususu vurguluyorum:
>ben sizi ne kadar kötülersem kötüleyeyim siz asla milli görüşü kötülemeyeceksiniz. Yoksa millet tarafından çarpılırsınız. Milletin çarpması ise ne cin çarpmasına benzer ne şeytan.
>sakın değiştik değiştik derken gerçekten değişmeyesiniz. Valla kıyamet günü iki elim iki yakanızda olur.
>reco ne zaman ki sen cumhurbaşkanı oldun o zaman ilan edeceksin şeriatı. Sakın başbakanken falan Kasımpaşalılığın tutmasın, sonra ayvayı yersin.
Ve dua edin ki reco cumhurbaşkanı olmadan AZRAİL yakasına yapışmasın.
—RECO: ya yapışırsa hocam.
—NECO: yok devenin nalbant dükkânı, orasını da siz düşünün yahu kocaman kocaman adamlarsınız.
Canlanan erkek eşyaları
06.12.2009 21:53
Evvelki haftalarda erkeklerin çoraplarının üst üste bu kadar uzun zaman giyilmelerine daha fazla dayanamayarak cana gelip kaçtıklarını, erkeklerin çoraplarını bulamamalarının da asıl nedeninin aslında bu olduğunu belirtmiştik.
Aklımıza erkeklerin cana gelecek tek eşyası çorapları mıdır ki deye bir soru takıldı. Cevabımız “yoo” şeklindeydi. Düşündük, sıralamaya başladık.
Jilet
Jilet erkeklerin çoraptan sonra (kimse çorabı tahtından indiremez) cana gelmeye en can atan eşyasıdır. Maddeler aleminin de kendi içinde iletişim kurmakla birlikte bir tek insanla iletişim kuramadıkları bir dünyada yaşadığımızı düşünelim. Bir banyodayız. Zavallı bir jilet bardak biçiminde seramik bir şeyin içinde yahut musluğun yakınlarında, hayata küsmüş küçük Emrah modunda durmaktadır. Derken bi ses duyar.
- pişt. Selamun aleyküm ağabeycim. Jilet Ali değil mi?
- ve aleyküm selam da, göremiyorum ben sizi.
- ağabeycim ben biraz küçüğüm de ondandır. Çok dikkatli bakarsan hemen tependeyim.
- ha buyur kardeşim ne vardı?
- abi ben bi duyum aldım da, ondan şeyettim yaa. Bizim arkadaşlar geldiler geçen gün, laf arasında senin bizim emlak piyasasının yeni gözde mekanı olacağını söylediler. Bizim arkadaş sizin lavabonun orda oturuyomuş. Onun dikkatini çekmiş. O da bana söyledi. Yani bir iki güne kalmaz en gözde mekanlardan olurmuşsun. Ben de bi geleyim, gözümle göreyim dedim. Ki hakkaten öyleymişsin be ağabeycim. Ben şimdi bugün yerleşeyim, bakalım ortam devam ederse yarın da hanımı, çoluk çocuğu getirecem Allah'ın izniyle.
- pardon da siz kimsiniz?
- ha biz mi? biz işte yaa, mikrop giller derler, bildin mi bizi? Çeşit çeşitiz. Misal benim hanım tetanoz gillerden. Abi kaç gündür kullanıyo seni yaa, bu ne hal? Yani bana eyy, bana çok eyy de, belli, eskiden fiyakan yerindeymiş…
- Aah ah. Beni tam 10 gün evvel açtı. Bazı arkadaşları 5 gün kullandığı da oluyo da bize vurmadı o şans. Gel ağabeycim gel. Hanımı, çocukları da getir. Buna müstehaktır! Bi fırsatını bulsam da şu çöpe ulaşabilsem diyorum günlerdir. Ya Rabbim sen büyüksün. Yardım et! Ayak ver, can ver bana!
Ayakkabı
İkincilik konusunda jiletle yarışır. Eh çoraplarla muhatap olmak o kadar kolay değil haliyle. Her gün aynı acılar. Erkeklerin depresyona en meyilli eşyaları ayakkabılarıdır. Hepsi birer paranoyak olmuştur sanırım.
- Hayır yine aynı çorap, hayır, hayır!
- Yok abi Tuncay ben :) değiştirdi nihayet, biz geldik maalesefJ
- Hayır, hayır!! İnanmıyorum. Aytuğsun sen! Aytuğsun sen.
- Abi valla değilim, bak bi kokla, tertemizim, bi kokla Allah aşına yaa..
- Haayııııır!! Koklayamam! Aytuğsun sen. Hem istesem bile koklayamam ben artık. Burnum düşeli çoook oldu:) :)
- vah canım ağabeycim. Aytuğların halini görsen bi de. Bir ay toparlanamaz onlar. Söyliyim.
- Hı! Ne! Biri Aytuğ mu dedi. Aytuğ siz misiniz? Sizsiniz tabi. Bu koku, bu doku. Evet evet. Aytuğsun sen. (Ayakkabı iyice iyice paranoyaya bağlamış anlayacağınız)
- Abi yemin olsun değilim, bir yeniyiz. İçin rahat olsun bak yemin ettim.
- Of kardeşim, ne bileyim ben de yaa. İnanki paranoyak oldum. Depresyondayım 1 yıldır. Hayır bi de evlendi biliyo musun. Ne vardıysa. O günden beri kilo alıyo. Gençken böyle değildi. Şimdi her hafta göbekte toplanan kiloları biz çekiyoruz. Ne diyim yaa. Bu da benim kaderimmiş, çekilecek çilem varmış. Ühüüüü ühüüüü
Flört
06.12.2009 21:52
Görev yaptığım Kuran Kursunda öğrencilerimle bir gün çıkmanın günah olduğu konusunu işlemeye başladım. Çoğu ilkokulda, bir kısmı orta 1’e yeni geçmiş, bir iki tanesi de orta iki ve orta üçte olan öğrencilerime “Arkadaşlar. Her iki taraf da evlilik niyetinde değilse ve tamamen birbirini bu amaçla tanımak için değilse; çıkmak günahtır” dedim. O an sınıfta öyle bir gürültü koptu ki anlatamam. Nasıl itirazlar! Aldığım tepkiler durumu extra mizahlaştırmamı gereksiz kıldığından aynen aktarıyorum:
-Hocam! Çok saçma! Napalım yani, görücü usulü mü evlenelim!
Bu arkadaşların tepkileri sertti. Ne demek birbirini tanımadan evlenmek şeklinde. Çıkmadan evlenmeyi hiçbir öğrencim asla kabul edecek gibi değildi açıkçası. O yüzden iyi ki bu konuya değinmişim dedim içimden.
- Sedaa! Bak günahmış! Aycan! Bak günahmış!...
Bu tip cümleler de duydum. Cümlelerin muhataplarıysa başlarını öne eğip sen sus falan dediler.
- Hocam ama evlenmiyolar ki sadece çıkıyolar!!
Bu cümle! İşte bu cümle benim kilit cümlemdi. Sanki günah olan evlenmekmiş gibi öğrenci resmen hocam evlenmiyolar ki sadece çıkıyolar demez mi?! Dedim ki zaten problem orada. Evlenmiyolar ve çıkıyolar. Sanırım tam anlayamadı:)
- Hocam! Peki parmağında oynatmak günah mı?
Öğrencinin biri bağırarak sordu bu soruyu. Devamında ben parmağımda oynatcam dedi. Ben de düşündüm. Dinen bi emir hatırlayamadım buna dair. Değil dedim:) mu ha ha ha… mu ha ha ha…
-Hocam! Ben bana teklif eden bi çocuğu dövdüm, o günah mı?
-Evet hocam! Ben de dövdüm. Günah mı?
-(iç ses=Dövün kızlar. Hak ediyolar.) Yok arkadaşlar. Dövmenize gerek yok, reddedin yeter.
Gürültü arttıkça arttı. Arkadaşlar dedim, sessizliği sağlamak için, susup baktılar. Ben bu konuyu neden açtım? Biliyorum ki okullar açılınca bu konu gündeminize girmeye başlayacak. O an ilk okullular dahil hepsinden heyecanla ve çoşkuyla başlarını evet anlamında sallayarak;
-Evet hocam! Evet hocam ! cevabını aldım. O an dedim ki kendi kendime, hey gidi amatör sosyolog, zaman ne çok değişmiş. Nasıldı şarkı: “Çok geç kalmışız canım. Vakit bu vakit değil. Eski radyolar gibi. Çatıya saklanmış aşk. Öyle sanmışız canım. Artık ölümsüz değil. Leylayla mecnun gibi. Çoktan masal olmuş aşk. Lale devri çocuklarıyız biz. Zamanımız geçmiş.”
Ders bitiminde iki öğrenci yanıma geldi. Biri iyice yanaşıp şu soruyu sordu:
-Hocam! Diyelim ki bi çocuk kızın hep yanında dolaşıyo. Kız istemiyo ama o hep yanında dolaşıyo. Ona her istediğini alıyo. Bu günah mı?
-Yani bu iki kişi çıkıyo mu?
-Hayır.
-O zaman değil.
-Holley! :)
Kızın gözleri bir anda o kadar parladı, o kadar sevindi ki, güle oynaya yanımdan ayrıldı.
İkincisi ise öyle bi cümle söyledi ki gülsem mi ağlasam mı bilemedim:
-Hocam! Siz bu yaşınızda çıkmıyosunuz ama bu sınıftakilerin çoğu çıkıyo…
Bu da bana kapak olsun:)
Namus Çatısı
06.12.2009 21:52
Benim üçgen başörtü modeli vardı ya. Meğer onun bir adı varmış. Ben de kendimce tezgahtar baş falan demiştim. Yok. Çok daha asil bir adı var. Sıkı durunnn!
NAMUS ÇATISI! Evet evet. Namus çatısı.
Meğer o başörtüyü normal yapıp sonra geri doğru çekip iğneleyip meydana getirdikleri o sivri üçgen namuslarına diktikleri bir çatıymış. Benimki çatısız valla. Belediye imar verince namusuma kat atcam. Ondan yapmıyorum. Arkadaşlar bize bu kadar namus yeter demiş olacaklar ki çatılarını da yapmışlar:) Yalnız ne kadar baktıysam bu arkadaşlarda namus bacası tespit edemedim. Namuslarının içinde kimse yaşamıyo mu ki bacaları da tütmüyo:) vah vah…
En Nişanlı Ne Kadar Nişanlı
“Ve bizler… Bu nişanlılığımızın bir nişanı olarak çıktığımız tüm toplu mekanlarda, ellerimizi asla bırakmayacağımıza namusumuz, şerefimiz ve nişanlılığımız üzerine and içeriz.”
Yukarıdaki yemin, nişanlılık yemini diye tanımladığım, nişan törenlerinde hiç rastlayamasam da edildiğine emin olduğum yeminin tahmini metnidir.
Anlayacağınız nişanlılar hala sinirimi bozuyor. Geçen gün tramvaya binecekler. Tramvay gelmiş. Kapıları açılmış. Bunlar da aceleyle turnikeden geçecekler. Ne yaptıklarına inanamazsınız! Tutuşan eller asla açılmadı, sabit. Biri bastı akbili (diğer el asla açılmıyo)turnikeden karşıya geçti, ötekinin karşıya yalnız bir kolu geçti. Gerildi vücudu. O ona verdi akbili. Böylece öteki de bastı ve geçti. A vallahi pes dedim artık! Yuh dedim! (İkinci turnike anım olmasına rağmen, aynı şaşırmışlığı yaşadım yani)
Başka bi gün metrobüs merdiveninden çıkıyolar. Yalnız çok dar merdivenler. İniş-çıkış şeritleri tek kişilik. Abi önden çıkıyo, kızın eline öyle sıkı yapışmış ki çekiyo arkadan. Neden? Çünkü ya kız merdiven çıkmayı bilmiyosa, düşüverirse. Ya kızı o arada kaçırırlarsa. Ya kızın başka sevdiği varsa da o arada ona kaçarsa. Ya kızın babası, abisi görür de kızını alırsa. Falan falan falan.
Yani aslında ben metrobüse binip de akbilini basarken bir el sabit tutuşmuş, garip bi şekilde akbili birbirine aktarıp basan o çifti de gördüm ya. Bu memlekette hakkaten mizah yapılmaz. Ekstra çabanız olmuyor çünkü. Ancak anlatıcı oluyorsunuz.
Gelelim siyah hocanın fetvasına.
Geçen gün öğrencim şöyle bir şey anlattı. Hocam seda çok güzel ya. Ama napıyo. Erkek ona geliyo. Ben seni seviyorum diyo. Seda onu sevmiyo ama çıkıyolar. Ona her istediğini aldırıyo. Bana şunu al, bana bunu al. Seda diyorum, onu sevmiyosun, neden çıkıyosun, günah değil mi. O da bana, fena mı eğleniyoruz işte diyo.
Başka bir öğrencim ben parmağımda oynatcam diyo.
Başka bi öğrencim kız istemiyo ama erkek hep onun yanında dolaşıp ona her istediğini alıyo diyo.
Başka bi öğrencim….
Demem o ki yeni nesil kızların çıkmaktan anladığı her istediğini aldıracağı bir saf bulmak. Erkeklerin çıkmaktan anladığı, birçok kızla konuşup, onları yedirip, içirmek.
Efendim fetvalar, devirlerin koşulları göz önüne alınarak verilirler. Günümüz erkeklerinin hal ve gidişatına bakıldığında fetvamızdaki isabetliliğimiz kabul görmüş olur zira kızlar verdiğimiz fetva, kendileriyle dalga geçenlerle dalga geçmeleri sadedindedir.
Önemli not: Fetvanın şaka kısmını böylece bitirmiş olduk. Gerçek ise, onlara dinimizin öngördüğü şeyi, olduğu haliyle, çarpıtmadan aktarmış olduğumuzdur.
Demek istemek...
06.12.2009 21:51
Ön not:Final döneminde olmam hasebiyle erkekler 3’ü iptal etmemekle birlikte erteledim. Neden? Çünkü anladım ki okuyucuların çoğu erkek. Ben de duaya muhtacım:) Tuncaylardan ümidi kesmekle birlikte (bakınız ziyaretçi defteri) kıymetli okuyanlardan yazıyı okudukları şu sırada "Allah yardımcın olsun!" cümlesinin muhatabı/ edilgen faili olabilirsem ne mutlu bana.
Kadınların dünyasının ana cümlesi nedir bilir misiniz: Demek istemek!
O kadar önemli, o kadar hayatîdir ki: Demek istemek! Bütün iletişim bunun üzerine kurulmuştur adeta. Şimdi erkek okuyucuların bunu anlaması zor. Biraz feminen olanları haricindeki erkekler, ne diyecekse der, birbirlerinin dediklerinden, dedikleri şeyi anlarlar. Bence normal olan da budur. Ama kadınların dünyasında işler böyle yürümez. Şu ayrıntı belası orada da bırakmaz kadının yakasını.
“Bu şimdi bana ne demek istedi?” kadının içinde, kendisinin dahi fark edemediği kadar yanıp sönen bir iç sorudur. Öyle ki dışarıdan gelen cümlelerin %80 belki 90’ında yanar.
Eğer bir erkekseniz ve çeşitli düzeylerde bir eşiniz varsa (eş, nişanlı, bizim camiada sevgili denmez ama diğer adı da vardır elhamdülillah: görüşülen bayan vb.) herhangi bir kadın için özellikle kız demedim çünkü kız olsa rakip olur, ama rakip olmayacak evli barklı bir kadın için dahi güzel bayan denilmesi “sen çirkinsin” demek istemektir. Gerçekten çok zayıf bir kız için çok zayıf demek, “sen şişmansın” demek istemektir. Ellerin güzel demek “yüzün o kadar da güzel değil” yahut “ellerin yüzünden daha güzel” demek istemektir.
Aksini düşünüyorsanız muhakkak, hemen akabinde yahut yakın bir zamanda yüzün de güzel olduğu, senin formun ne güzel falan diyerek şişman olunmadığı, ama senin kadar güzel değil (yalan bile olsa) diyerek güzel olan kadının güzellik mertebesinin derhal aşağılara çekilmesi aranızın bal şeker kalmasını temin açısından yapmanız gerekenlerdir.
Burada bir tuzağa dikkatinizi çekmek isterim: Kimi zaman erkek; yanılır. Kadın “haklısın çok güzel kadın” deyince rahatlar, benim eşim kompleksli değil diye düşünür. Sevinir kendince. Tarafımızdan bu erkeklere şu anda gülünmektedir. :):D :)
Zira,
1- Bu bir kompleks durumu değildir, kompleksten daha komplike bir durumdur. :)
2- Kadın bunu derken dahi erkekten ama sen daha güzelsin cümlesini ha şimdi söyledi ha şimdi söyliycek diye bekler. Söylemeyince de bunu asla belli etmez. Ama zerre kadar şüpheniz olmasın bi kenara da yazar. Zaten ah o kenar, ah o kenar…
İnternette bir mail dolaşıyor birçok mail gibi. Şimdi öyle güzel bir anekdot var ki buraya taşımadan edemeyeceğim:
“İlk yemeğe çıkışımızda cep telefonu çaldı. Elini çantasına attı. Kurcaladı, kurcaladı. Telefon uzun uzun çalmaya devam ediyordu. Bir türlü bulamadı. Sonra o güzel cümle döküldü dudaklarından: 'Evde mi bıraktım acaba?' İşte o an evleneceğim kız bu dedim.” Yani çalan telefonu bulamayınca evde mi unuttum acaba cümlesi yalnız bayanların ağzından mı dökülür derseniz: “Maalesef evet” derim. Maalesef evet.
Yalnız buradaki abi lise bir biyolojisinden geçmemiş anlaşılan. Orada çok önemli bir bilgi vardı. Kaçırmış. Bizim hocamız bi gün sınıftaki erkeklere çok ciddi bir şekilde şöyle demişti: “Çocuklarınızın zeki olmasını istiyorsanız, zeki kızlarla evlenin. Çünkü çocuğu oluşturan iki şey vardır: yumurta ve sperm. Ve bilimsel bulgular gösteriyor ki spermde zeka geni yok. Bu demektir ki çocuğunuzun zekası eşinize kaldı. Bu dediğimi unutmayın! Zeki kızlarla evlenin!” Abimiz evleneceğim kız bu derken, çocukları hiç düşünmemiş anlaşılan.
Ha, her erkek cebinde zeka testi mi taşısın? Yoo… “Filin dişlerini mi çıkarmışlar, filin dişlerini neden çıkarmışlar?” demesin (sürekli okuyucunun anlayacağı cümledir, anlamadıysanız ya eski yazılara bakın ya da anlamak için zorlamayın), çalan telefonu bulamayıp “evde mi unuttum acaba” demesin, kovanın içinde oynayan balıklar için balıkçıya “bunlar taze mi” diye sormasın. Bu da bişeydir kadın için…
Son not: Henüz dua etmediniz mi yoksa bize mi öyle geldi?